12 Ekim 2015 Pazartesi

Kulüpten Notlar (Bok Yiyenler Ülkesi)

O kadar sinirliyim ki bir şeyler yazmadan duramadım! 

Ulan ne boktan ne lanet bir dönemdeyiz ki insanlar insan olarak kabul edilmiyor bile! Nasıl boktan beyinleriniz var ki insanları geçtiniz ölüleri bile ayırıyorsunuz bu nasıl bir adiliktir bu nasıl bir şerefsizliktir bu nasıl bir vicdansızlıktır! Siz ne oldunuz böyle ne zaman insanlığınızı bu kadar unuttunuz ne zaman bu kadar karaktersiz ve satılmış varlıklar haline dönüştünüz? Ne yaşadınız bu kadar da sizi bu kadar çekilmez pislik insanlar haline getirdi bu hayat? Ne oldu ne gördünüz de siz komşunuzun kellesini kesecek kadar adi karakter yoksunu zekasız insanlar haline geldiniz ulan? Hiç mi yaşadıklarınızdan ders alma huyunuz kalmadı hep mi intikam kan kan kan kan diye didinir oldunuz? Ne oldu size be adına insan demeye bile dilimin varmadığı insan kalıntıları döl israfları? Ne oldu lan size bana bir anlatın hele! Beni benden nefret ettirdiniz ulan bu kadar mı insanın içini acıtabilirsiniz bu kadar mı ruhunuzu şeytana satarsınız? Şeytan gelse şimdi şu ülkeye ve görse durumu ne der acaba? 
Son bir iki gündür gördüm ki sizlerden ve bizlerden bir bok olmaz bırakın artık yaşamayı falan gerçekten bırakın! Gidin o zehirli beyinlerinizi yiyin birbirinizin gidin o lanet kafalarınızı kemire kemire yok edin kendinizi ve hep birilerinin peşine takılın birileri ne derse tekrar edin birilerinin köpeği olun hep göt yalayın hep o yaladığınız götlerden çıkan bokları yiyin yiyin ve onlarla doyun yok olun demeyeceğim çünkü o zaman sizden bir farkım kalmaz ama öyle bir hale gelin ki yaptıklarınızı fark edemez vaziyette birilerinin kucağında yaşayın! 
Beni bile bu hayattan bu ülkeden bu insanlıktan soğutabildiniz ya helal olsun size umudumu hayallerimi isteklerimi her şeyimi çaldınız ulan her şeyimi yok ettiniz! Sizin gibi insanları tanıdığım için kendimden hicap duyuyorum bu üzüntü falan da değil bildiğin nefret kendi kendime duyduğum pis bir nefret lanet olası kalplerinizin karanlığını göre göre yaşamaktan bıktığımın tak demesinin son raddesi! 
Ancak biliyorum ki her kaosun sonunda bir kozmos olacaktır ve o kozmos umarım en yakın zamanda bizim ülkemize gelir çünkü ben artık bu olanları gördükçe söylenenleri duydukça nefes alamıyorum!

Sanırım bizim "Kurtuluş Savaşımız" da sizin asalak beyinlerinizi bu ülkeden temizlemek olacak!

11 Ekim 2015 Pazar

Ama'sız Bir Dünya

   Ölüm hak...Elbet hepimiz o korktuğumuz son ile karşılaşacağız, kaçış yok. Ama kardeşim, 
parçalanarak ölüyoruz be! Kolumu bir yerden, bacağımı bir yerden topluyorlar. Annem son kez yüzümü göremiyor mesela. Yanıyoruz, kavruluyoruz, parçalanıyoruz. Daha dün Başkent'in göbeğinde patlayan bombalarla savrulurdu her bir parçamız.Tam da "Bu meydan, kanlı meydan" diye türküler söylerken öldü arkadaşlarımız ve de vicdanımız. Bu bir sınavdı insanlığımıza dair. Ancak, ülkece sınıfta kaldık. Çünkü biz değildik orada ölen. Bizden farklı düşünenlerdi. Hatta bazımıza göre hepsi teröristti. Ama'sız oku bu cümlelerimi! Ama o şu partiden, ama o şunu destekliyor, ama şu terörist demeden, sadece insan olduğu için üzül, yas tut. Kıyaslama yapma. Buna 3 gün yas ilan ettin, diğerine neden etmedin deme! Haykır böyle kalleşçe ölmek istemediğini! Suçluyu ara, bul, cezalandır. Ama düşman olma! Bu onu destekledi, bu da suçlu deyip, masumun yakasına yapışma! Nasıl kurtuluruz bu illetten diye oku, araştır, düşün! Ama asla savaşma! Yolun hep barıştan geçsin! Hem silahla hangi topluma barış gelmiş ki? Son olarak korkma! Sen halksın! Bu vatanın asıl sahibisin. Diktatörler, liderler, sultanlar, saraylar hepsi geçici. Aslolan sensin. Bu düzeni değiştirecek olan kudret de senin elinde. Unutma "başka bir dünya mümkün!"

6 Ekim 2015 Salı

Ömrün İçindeki Meraklı Ağaç (Tanrıya Bir Selam)

Odamın camından dışarı baktığımda bir ağaç görüyorum hep orada öylece duran bir kayısı ağacı yaprakları ne küçük ne büyük tam da benim gibi. Onunla saatlerce birbirimize bakabiliriz böyle dururken ve sessizce konuşuruz içten içe ben çocuk halimle günümü, yaşadıklarımı anlatırım durmadan o da dinler sessizce ve bir kere olsun bile sıkıldım deyip çekip gitmeden o yüzden mi bilmiyorum ama biraz farklı seviyorum o ağacı benimle birlikte büyüyor her sene biraz daha genişliyor biraz daha uzuyor ve biraz daha penceremin tamamı olmaya başlıyor.

Ne kadar büyüse de dallarının arasından gökyüzünü görüyorum geceleri. Şehrin dışında olmamızdan mıdır yoksa dünyanın daha temiz bir yer olmasından mıdır yıldızları daha güzel görüyorum. O koca uçsuz karanlıkta aydınlık bir şehir gibi bana bakardı yıldızlar ve ben de onlara, kimileri yanıp sönen araba lambaları gibi göz kırparlar bana ve kayıp uzaklaşarak kaybolup giderler. Acaba yukarıda neler var diye düşünür dururum mesela o yıldızların ötesinde midir Tanrı?


O kadar büyük geliyor ki her şey hala biraz daha büyümem gerekli bazı şeylerin ne olduğunu kavrayabilmem için ama yine de yola devam ediyorum her seferinde durmadan. O yıldızlar o gökyüzü o karanlıktaki fenerler gibi düşlerin içinde kaybolan bir çocuk uykuya dalmanın arifesinde sessizce açık kalan perdenin kenarından baktığı dünyada düşler kuran küçük bir çocuk. İşte bir sürü şey geceyi aydınlatmak için daha fazla ışık veriyor bana hayalini kurduklarımı bir bir yakıyorum beynimde ve her biri büyüye büyüye daha büyük bir ışık oluyor yangın oluyor kimi zaman korkutuyor kimi zaman neşe veriyor küçük bedenime kim bilir belki daha neler yapmayı planlayacağım gelecek günlerde…

27 Ağustos 2015 Perşembe

Rulet-i Halliye

Yazmak bir kabiliyet ve "halet-i ruhiyye" işidir.

Eğer yoksa bunlardan "herhangi" birisi,


                                                            Yapılan ancak ve ancak kalemle "boş" kağıtların ırzına geçmek olur!
                      Ve ırza geçmek çoğu "insan evladı" tarafından hoş karşılanan bir vaziyet değildir.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Kulüpten Notlar (Gecenin Karanlığındaki Varlık)

İnsanlar!
Bizler! 
Küçük dünyamızın içindeki büyük benliklerimiz ve hiç doymayan açlığımızla mutsuzluk içine çökmüş olan ruhumuzu ufak tefek güzelliklerle çok iyiye yormaya çalışan çaresiz ırk! Her gününü ayrı bir eziyet haline getiren bu yaşamdan kaçmayı beceremeyen ama hiçbir zaman da o yaşamın içine giremeyen giremeyecek olan hep bir eksikliği gören o eksikliği tamamlamak için arayan arayan arayan ama sonunda hep bulamayan bizler! Karanlığı aydınlıktan daha çok sevdiğini haykıran ama aslında en çok korktuğumuz şeyin karanlık olduğunu içten içe bilen ezilmiş kitleler! Ne yazıktır ki çoğunlukta olduğunu fark etmeden özel olduğunu hisseden fakat koca dünyada dişliler arasındaki ufak bir pislikten öteye gidemeyen ruh kırıntıları olan bizler! Doğumumuzdan beri yavaş yavaş çürüyen bedenimizi biraz daha canlı tutabilmek için kahırlar çeken uğraşlar veren sonuç alamadıkça daha da uğraşan ve aslında yaşlanmak denilen şeyin güzelliğini göremeyen sadece korkan, utanan, sakınan bizler!  Irkımızın dilimizin dinimizin rengimizin hiçbir önemi yok aslında çünkü hepimiz aynı yerden geliyoruz aynı kitabın farklı bölümleri gibiyiz sadece ve sadece birlikte olduğumuzda bir bütünü oluşturabiliyoruz ve fakat birliktelik denilen şeyi de hep kendimize yontarak istiyoruz ne gariptir ki! Bizler açlıkla terbiye edilen bir hayvandan daha saldırgan, susuzluktan kuruyan bir bitkiden daha berbat haldeki yok olmaya mahkum ölümlü bizler! 

Bütün çabamız var olma telaşında kendini kanıtlamanın verdiği hazzı alabilmek olan hazzın doruklarının ne kadar yüksek olduğunu anlamayan, anlayamayan sadece oraya ulaşmayı isteyen ve hiç ulaşamayan aç kurtlar yani bizler! Her birimiz kendimizi dünyanın merkezine koyarken merkez kimden tarafa daha yakın diye düşünen ve içten içe yanımızdakini kıskanan öfke duyan nefret saçan her şeyi berbat etmeye güzelleştirmekten daha yakın olan bizler yani insanoğulları ve insankızları uyanmak için çabalamayın boşuna çünkü yattığınız şey uyku değil hayatınızın tam içi ve hiçbir kuvvet sizi bu bataklıktan kurtaramayacak hepiniz, hepimiz bu bataklığın içinde saplanmış birer ağaç parçası gibi yavaş yavaş dibe doğru çöküp yok olacağız!

20 Ağustos 2015 Perşembe

Kardeşim

  Bir tabut... İçinde daha yirmisinde kardeşim... Vatan sağ olsun diye kendisi ölmüş...Annem babam iki üç metre ileride birbirlerine dayanmış zor duruyorlar... Ağıtları, hıçkırıkları sanki içimde yankılanıyor... Ağlıyorum... Ağlıyorum... Ağlıyorum... Ama yetmiyor sanki...Avazım çıktığı kadar bağırıyorum, duyan yok... O an yanıp kül olmak istiyorum. Anneme bakıyorum. Annem ölmüş... O yüz ifadesi ile yaşaması mümkün değil... Anneme ağlıyorum. Babama, kız kardeşime, halama, teyzeme, dayıma bakıyorum... Kavruluyor yüreğim...Kardeşim... Sen yoksan vatan bize nasıl sağ olur? Vatansızım artık...Bulunsun iki metre toprak, örtsünler üzerimi hemen oracıkta... Sensiz biz olamayız...Aynı evde, aynı odada uyuyamayacaksak bundan sonra, sevdiğin kızı bana anlatamayacaksan, Annem kızdığında birbirimizi teselli edemeyeceksek, nasıl tam oluruz... Yok yok... Vatansızım... İçimde yanan bu ateşle hiçbir sınır tutamaz beni...Vatan sağ olmasın kardeşim sen yoksan, ben yoksam... Benim vatanım önce ailem... Seninle birlikte kaybettim ben toprağımı...Vatansızım...
 Yukarıda okuduklarınız "Benim kardeşim şehit olsaydı neler hissederdim"in kısa bir özeti. Gözlerimi kapadığımda aklıma gelen ilk sahne.Düşünmesi, yazması bile insanı mahvederken, evlerine ölümün ateşi düşmüş insanlar ne haldedir acaba. Aklım, yüreğim almıyor bu acıyı. Yıllardır ölüyoruz biz. Yıllardır kaç aile "vatansız"kaldı. Yok kardeşim. Biz artık ölmek istemiyoruz. Artık başımız, vatanımız sağ olsun demek istemiyoruz. Biz artık barış istiyoruz...

13 Ağustos 2015 Perşembe

Aklımdaki Sorular

   Her şey o ilk soruyu sormamla başladı: Niçin buradaydım? Neden varım? Nasıl var oldum?... Daha yüzlerce soru... Yalnızca yeyip, içip, oturup, uyuyup, evlenip, yaşlanıp ve toprak olmak için burada bulunacağıma inanmıyorum. Bir görevim, bir misyonum olmalı! İnandığım değerler uğruna çabalamalı, hatta gerekirse savaşmalıyım! Peki ya ikinci önemli soru: Ya inandığım değerler doğru değilse, ya yanılıyorsam? İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer.İnandığım değerlerin en doğru şey olduğunu düşündüğüm bir zamanda bir dost eli ile yanlışımdan dönme fırsatı yakaladım. Benim için aydınlanma o tarih itibari ile başlamıştı. Daha çok sorguluyor, daha çok okuyor, daha da önemlisi aklımı, emanet ettiğim o pis ellerden geri alıyordum. Ama bu yetmezdi. Sadece kendimi yetiştirmem, öğrendiklerimin bende kalması olmazdı. Girdiğim derslerde, öğrencilerime, hocalarıma, beraber yemek yediğim, aynı tastan su içtiğim arkadaşlarıma da anlatmam gerekirdi. En çok sevindiğim şey ise, anlattıklarım sayesinde bir kaç kişi de olsa, insanları kazanmış olmamdır. Yanlış anlaşılmasın! Benim gibi düşünen insanlar kazanmaktan bahsetmiyorum. Soru soran, akleden insanlar kazanmaktan bahsediyorum.Öğretmen olmak, birilerine bir şeyler anlatmak çok güzel. Ama asıl güzel olan, okulun ilk günü anlamsızca sırasında oturan o çocuğun, dönem sonunda okuyan, niçin orada olduğunu bilen, her hali ile teşekkür edercesine sizi, sizin silahınızla, akıl ile köşeye sıkıştırmaya çalışan evlatlar, kardeşler yetiştirmektir. Öğretmen olan arkadaşlara naçizane tavsiyem, bırakın ezberlenmiş cümleleri. Önce kendiniz için soru sorun, cevabınızı zaten yetiştirdiğiniz evlatlardan alacaksınız...

11 Ağustos 2015 Salı

Gece Dertlenenlere...

   Her dert geceyi bekler ortaya çıkmak için. Göğü kaplayan o kapkara örtü yüreğimizi de örter sanki. Aydınlıkta aklına gelmeyen tüm sorunlar gecenin sisi ile birlikte bir bir sıralanır zihninde. Nereye gideceğini, ne düşüneceğini bilemezsin. Sonsuz bir korku sarar içini. Sanki hiç sabah olmayacak, gün doğmayacakmış gibi gelir insana. Döner durursun..Ne olacak, nasıl olacak diye düşünmekten diken olur batar o her gün üzerinde mışıl mışıl uyuduğun yumuşacık döşek. Ama üzülme. Normaldir dertlenmek, tasalanmak. Bil ki yalnız değilsindir. Seninle aynı vakitler kim bilir kaç kişi aynı kederle gözlerini tavana dikmiş, olmayan sabahı bekler. Tam da böyle hissettiğin bir anda şöyle yap: gözlerini kapa ve derin bir nefes al. Yaşadığını hisset ve şükret. Sevdiğin insanların gülen yüzlerini düşün. Onlar hala yanındaysa bir şükür de onun için et. Sonra, sonra en güzel ana sıra gelir. Yanında boylu boyunca uzanmış sevdiğini kolların uyuşana kadar kucakla. Artık pencereye doğru bakabilirsin. Gün ışımaya başlamıştır. Olmaz sandığın sabah, sevdiğinin kollarında, sevdiklerinin yüzü gözünün önündeyken oluvermiştir işte. Gece yalnız geçirilmez, karanlıktan yalnız çıkılmaz aydınlığa. Yolunu ararken, elini tutacağın bir yoldaşın olacak yanında... 

30 Temmuz 2015 Perşembe

Kaplumbağalar da Uçar(2004)

Bugünlerde hem mültecilere karşı hem ülkede bulunan kamplarda/sokaklarda yaşayan Suriyelilere karşı bakış açımızı genişletmek için  hem de süreç böyle giderse benzerlerinin tekrar tekrar yaşanabileceği yönünde farkındalık arttırmak için bu filmi tekrar izlemek ve düşünmek gerektiğine inanıyorum...

Kaplumbağalar da Uçar İranlı Kürt yönetmen Bahman Ghobadi'nin Saddam döneminden sonra Irak -Türkiye sınırındaki Kürt Mülteci kampında yaşananları çocuk denilse de kendileri yetişkin birey olmak zorunda kalmış; Agrin, Satellite, Peşo, Hangao, Rega, Shirkooh gibi karakterlerin gözünden aktardığı etkileyici bir film...

Filmi filmin etkisinde ele almak oldukça basit kalmaktadır...İzlerken göze çarpan her durum her an savaş olmaksızın da yaşanabilirken üstü örtülebilirken hiç olmuyormuşçasına ya da hiç olmayacakmış gibi davranmak, izledikten sonra bir iki sigara içip iki yutkunup devam etmek işte en kolay şey bu sanırım...

Film Irak-Türkiye  sınırında geçiyor,
Filmde Kürtler ana karakterler,
Filmde mayınlar yüzünden kolu/bacağı olmayan çocuklar,
Filmde tecavüze uğramış çocuklar,
Filmde büyük umutlar
Filmde çaresizlikler,
.
.
.
Gerçekte neler var peki?
Sınırlar
Karakterler
İnsanlar
Umutlar
Çaresizlikler
.
.
.
Filmdeki gibi sınırlandırmak pek de mümkün görünmüyor sanki...
'...

17 Temmuz 2015 Cuma

Şiirsokakta, Şiir Heryerde Hatta Tezgahta

   Twitter güzelliklerinden biri de insanları bazen bir sözcükte, bazen bir mesajda buluşturması. Son zamanlarda efsane bir konu başlığı var. #şiirheryerde Evet dostlar bugün sokaktan şiirlerde bulacağız kendimizi. Fotoğraf sahipleri ve şair üstadlardan af dileyerek başlıyorum kolaja.


 Sokak samimidir, kalbini yansıtır adamın...


 Çok az kelimeyle, çok şeyler anlatır...



Bazen açlığı anlatır...


 Bazen de pişmanlığı...



 Ticari zekaya hayran bıraktırır şiir...













 Bazen olay, anlam bütünlüğü sarılır...



Ooo! Sosyal Mesaj. Dedirtir...


 Bazen fazla serttir ama güzeldir be...






 İnce; çok incedir...

 İnceden yüreğe dokunur...







 Aşkı ne de güzel anlatmış dedirtir...






13 Temmuz 2015 Pazartesi

Zulme İnananlar

   Zulme karşı nasıl savaşılır. Bugün dindarların, kendini müslüman, hıristiyan, yahudi, budist, sünni, şii vb. olarak tanımlayanların en büyük derdi bu olmalı. Bu sorunun çözümlerini tartışmalılar cuma günleri ve diğer günler.

   Çatır çatır kesilen masum kelleri nasıl kurtarabilirizi tartışmak, kundakdaki bebelerin nasıl hayatta kalabilme ihtimallerini konuşmak şu an için en önemli mesele olmalı. En azından Sakızın orucu bozup bozmayacağını, namazda gözlerin seccadeye kilitlenip kilitlenmeyeceğini tartışmaktan vakit bulduğumuz zamanlarda zulmü tartışalım ey cemaat-i müslimin.

    "Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz bizi, halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir dost gönder, katından bize bir yardımcı gönder!" diye yakaran mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar, yavrular için savaşmıyorsunuz! Nisa 75" diyor Allah. Size ne oluyor da akli, vicdani, psikolojik, maddi bir savaştan kaçıyorsunuz. İyi insanlara desteğe yaklaşmıyorsunuz. Zulme karşı savaştan yüz çeviriyorsunuz. Üstelik acımadan öldüren, tecavüz eden, soy kıran, eziyet eden adam, seninle aynı dine mensup olduğunu idaa ediyor. Kendini temize çıkartmayacak mısın. Allah'ı bu iftiradan ne zaman kurtaracaksın.

   Adı Arapça S-L-M:barış,teslimiyet kökünden gelen bir din ne zaman zulüm ve fesatla değiştirdi anlamını. İnsanların aklına ne zamandan beri Allah, tekbir, müslüman, Kuran diyince ölüm, katliam, korku ve vahşet gelmeye başladı.

   Unutma ey Müslüman bu yük senin sırtında. Aklını başına toplamassan cezası çok yakın!

23 Haziran 2015 Salı

Koşup Gitmek Kurtarır Mı Beni? (Oyuna Devam)


Sokaktayım uzun zamandır. Burada  oyun oynamaya başlayalı baya bir zaman geçti, artık izinlerim daha fazla. Özellikle evin önündeki kaldırım benim için bir sınır ve belki de eskilerden uzaklaşmaya başladığımın kanıtı gibi aslında. Evimden çıkabiliyorum ve gittikçe dışarıya daha çok alışıyorum böyle olduğundan mıdır bilmem evin o sakin hali bana çok yavaş gelmeye başlar oldu. Özellikle bahçe ile sokağı ayıran duvar benim hayallerimin tuvali gibi. Ellerimi duvara dayayıp yumuyorum ve saymaya başlıyorum içimden bildiğim kadarıyla, babamın öğrettiği kadarıyla,  yavaş yavaş bambaşka bir dünyaya giriyorum. Benden iki kat büyük olan bu beyaz duvar hayallerime açılan kapı gibi âdeta beni içine çekiyor ve hiç bitmesin istiyorum bildiğim rakamlar çünkü biliyorum ki ne zaman saymayı bıraksam yine olduğum yere geri geliyorum.

Yaşıtlarım da var etrafımda ama onlar benim gibi değiller sanki fazla kolaycılar, her şeyi olduğu gibi kabul ediyorlar. Benim yaptığım bu şeyin adına onlar saklambaç derken ben yolculuk diyorum. Ara sıra onlara uyuyorum kollarımı duvara yaslayıp sayıyorum en yüksek sesimle ve bağırıyorum saymayı bitirdiğimde onların yaptığı gibi “Sağım solum önüm arkam sobe!”. Sonra koşturmaca başlıyor işte hep bir şeyleri birilerini arar buluyorum kendimi peki bu böyle mi olacak hep?  Gerçek dünya hangisi olmalı diye düşünüyorum karar vermekte zorlanıyorum çünkü daha bu kadar ileriyi düşünecek kadar gelişmedi kafamın içindeki. Ben sadece hayalimi yaşamak için biraz olsun gerçekleri öteliyorum bu oyunlarla. Eskilerden kaçış yeniye varış gibi bütün bu olanlar, yumuyorum ve geçmişi bırakıp geleceğe geçmek için öylece bekliyorum.


Zaman keşke saydığım gibi kolay ve çabuk geçse de ben de daha hızlı büyüsem diyorum bazen içimden, keşke daha hızlı büyüsem. Yalnız tam böyle düşündüğümde geçenlerde  fark ettiğim şey geliyor aklıma, ben büyüdükçe bazı oyuncaklarım artık benimle konuşmaz oluyor sanki onlar benim, ben de onların dilini unutuyorum. Artık eskisi gibi bakmaz oluyorlar sessizce bir köşede duruyorlar İşte bunu fark ettiğimden beri büyümek ve büyümemek arasında kaldığımı da seziyorum ama ikisi de benim elimde değil nihayetinde ben sadece izliyorum. 

8 Haziran 2015 Pazartesi

Seçim 2015

7 Haziran 2015 seçimleri.Uzun, soğuk bir kışın ardından baharın yüzünü gösterdiği ilk gün gibi hissettirdi bana ve benim gibi ümitle bekleyenlere. Son 12 yıldır her seçim döneminde içimde beliren bir kuşku yoktu. Acaba mı dedim, acaba bu sefer gerçekten güneş aydınlık bir sabaha mı doğdu? Saat    5'e kadar sanki vakit geçmedi. Ama bir şeyler olduğu belliydi. Huzurluydum. Bu sefer dudağım da uçuklamıyordu, her şey yolundaydı ve ilk sandıklar açılmaya, haberleri sosyal medyada yayılmaya başlamıştı. Bu sefer, her seçimde olduğu gibi , Akp, Akp, Akp... diye sayılmıyordu oylar ve hala iktidardan birileri ekranlarda boy göstermiyordu. Bu sefer oldu kızım dedim içimden. Bu sefer Gezi'nin, Soma'nın, giden her canın hesabının verilmeye başlanacağı ilk gün. Ve sonuçlar açıklanır %35 ile iktidar olan Akp, %40,7 ile tek başına iktidar olamamıştır. Chp %25, Mhp %16, Hdp ise ilk kez parti olarak girdiği seçimden , barajları yıkarak %13 gibi bir sonuçla çıkmıştır. Asıl komedi ise bu saatten sonra başlayacaktır. Seçimlere parti olarak girme kararı verene kadar, onlarla el ele kol kola gezen iktidar, birden Hdp'yi vatan haini ilan edecektir. Bakınız:                                                            

Daha bitmedi. "Dağda silah tutmakla barış olmaz, inin dağdan, gelin meclise, ne sorununuz varsa mecliste halledin." diyen şimdiki Cumhurbaşkanının ta kendisidir. Barzani ile görüşmelerinde Doğu Anadolu bölgesi için "Kürdistan"kavramını ilk kendisi kullanmadı mı? Seçim gününe kadar Kürt kardeşlerim dediği halk, bir günde düşmanı haline mi gelmişti? Ben Erdoğan'a kızmam. Çünkü adam riya ile, yalan dolan ile dolduruyor ceplerini. En azından kendince bir amacı var! Benim en çok kızdığım kesim, Erdoğan'ı "ıstıranlar ve yalayanlar". Adam cebini doldururken, sana bir fazla ikramiyeyi çok görüyor. Kendisi sarayda yaşarken, sen damı akan gecekonduda yatıyorsun. O gemicikler alırken, sen cebinde beş kuruşun olmadığı için eve yayan gidiyorsun. O tanesi 1000 tl olan kadehlerden su içerken, sen içecek bir tas çorba bulamıyorsun. Bana gelip , keşke Atatürk olmasaydı da İngiliz himayesinde olsaydık daha rahat ederdik, diyorsun, her zorluğu aynı gemide olduğu için seninle beraber çeken Kürt'ü vatan haini ilan ediyorsun. Hayır! Asıl vatan haini sensin. Senin gibi senden başkasını yok sayan zihniyet asıl terörist. Sakın bayrak, marş, vatan sömürüsü yapma. Bu saatten sonra kimse yemez. O kadar seviyorduysanız, Akp zamanında ülkeni işgal etmiş devletlere toprakları, fabrikaları, şirketleri satarken konuşacaktınız. Şimdi değil. Artık geçti. Biz artık kardeşçe sen ben ayrımı olmayan, ötekileştirilmeyen bir Türkiye hayal ediyoruz. Bunun için de çoktan yola çıktık. Siz oturduğunuz yerden geleni gideni yalayıp ısırmaya devam edin!

5 Haziran 2015 Cuma

"Devrim" Aşkı

     Herkes farklı bir isimle anar sevdiğim adamı.Ancak benim için "Devrim"dir. Gülüşü, bakışı, çıplak ayakları ile yere her basışı sanki bir çağ açıp çağ kapatır. Baharı andıran gamzeleri vardır. Bahar kara kıştan aydınlığa geçirmez mi tıpkı devrim gibi. Sarı saçları vardır güneşi anlatan. Bal rengi gözleri vardır içimde devrim ateşini yakan. Sesi bir devrimci türküsü söyler gibi çınlar kulaklarımda. Her gün onun hayali ile uyur onun hayali ile uyanırım. Özgürlük kadar büyüktür o bir avuca sığan kalbi. Elleri yüreğimin ortasına bırakılmış bir kor gibi sıcaktır. Canım hep yanar, ama hep. Bilirim bu yolda çok yorulacağımı, belki de öleceğimi. Ama bir sevdadır Devrim, yürek verene... 

2 Haziran 2015 Salı

Kulüpten Notlar (Ben neredesin ben?)

Ben,
Ben demeyi sevmeyen sevemeyen ben,
Hayatımda ilk kez bu kadar ben diyorum belki de. İçimde kaybolan beni bulmak için,
Orada olduğunu hatırlamak için,
Benim içimdeki o küçülen yok olmaya başlayan beni görebilmek için haykırıyorum ben, ben, ben diye.
Kararlar alıp kararlar veren içimdeki o benin, bu sefer
Ne alacağı
Ne de vereceği kalmadı gibi geliyor uzun zamandır.
Öylece duruyor,
İçimde sesini çıkarmadan bekliyor mu?
Yoksa gitti de haberim mi yok hala çözemediğim büyük sırrı çözme telaşı mıdır bütün bu ben demelerim?
İşte o yüzden görmediğim ama oralarda olduğunu düşündüğüm birinin adını sayıklar gibi haykırıyorum ben, ben, ben diye. 

Sahi ben kimim?

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Bilic'e Veda (Güzel Adama Bin Teşekkür)

Hani böyle hayatınızda bir ya da iki kere gördüğünüz ya da etrafınızda adı geçen anlatılan bazı insanlar vardır ya, onları çok fazla tanımazsınız ama o ilk gördüğünüz andaki belli şeyler size çeker o kişiyi işte öyle bir şeydi benim için de Slaven Bilic.

2008 yılıydı televizyonu açıp bir maçın ortasından giriş yapmıştım izlemeye, maç çok sürükleyici değildi hatta bazen vasat bile gidiyordu denilebilir ancak benim dikkatimi, kameranın nadiren gösterdiği bir adam çekmişti. Hırvatistan’ın teknik direktörü. Adam o kadar heyecanlıydı ki yerinde durmuyordu hep bir koşturmaca içindeydi.  Bıraksalar sahaya girip topu alıp gidecek gibiydi ve belki de sahada oynayan bazı futbolcular bile onun kadar koşturmamıştı o maçta. Kameramanın da dikkatini çekmiş olmalı ki bu ara ara görüntüye getirme işini sık sıka doğru değiştirdi. Sonra spiker anlatmaya başladı. Slaven Bilic, Hırvatistan milli takımının teknik direktörü, eski stoper aynı zamanda avukat üstüne üstlük bir de gitarist! Vay arkadaş dedim! Ulan nasıl bi adamsın sen böyle! O zamanlar şimdikinden daha genç tabi ama dikkatimi çeken bir diğer önemli nokta da kulağındaki küpesiydi. Adam futbolun o eskimiş, bayatlamış teknik adamlarına, yaşlı, suratsız, sinirli heriflerine benzemiyordu. Heyecanlıydı ve bu heyecanıyla sadece oyuncuları değil benim gibi izleyenleri de etkiliyordu belki de.

Sonra bir gün bir haber okudum Bilic Beşiktaş’a gelecek diye. O anki duygularım hala aklımda, işte dedim işte Beşiktaş ruhuna yakışan genç, hevesli, dinç bir adam geliyor! Yenileneceğiz, büyüyeceğiz, güzelleşeceğiz. Öyle de oldu büyüdük, yenilendik, güzelleştik, zevk veren bir futbol izledik heyecanı doruklarında yaşadık, kimi zaman sevinçten bağırdık kimi zaman üzüntüden ama hep bir parçamız gibiydi Bilic. Bir ağabey gibiydi oyuncularla şakalaşıyor, onları gazlıyor, gol atınca sevinçten zıp zıp zıplıyor, gol atanı yanaklarından öpüyor, sarılıyor güzel adamdı yani.

Ne oldu peki sonra? Ne olacak Türk futbolunun makûs talihine o da takıldı kaldı. Hani vardır ya bir teknik adam geliyorsa o sene o takım şampiyon olmalı olamazsa huzursuzluk başlar öteki seneye kadar dayanabilirse ee artık o sene olmalıdır şampiyon yoksa altından çekiverirler sandalyeyi! (Lanet Zihniyet!!!). Bugünkü konuşmasında bir arkadaşının ona söylediği bir sözü aktardı, Değerin Türkiye’ye geldiğinde seni karşılayanlara göre değil giderken seni uğurlayanlara göre anlaşılır! Ne kadar acı ki geldiğindeki heyecanı, giderken uğurlamada gösteremedik ancak şunu biliyorum ki Slaven Bilic bu takıma yine gelecek yine kendi dünyasını bu takıma uygulayacak ve biz yine mükemmel zevkli zamanlar geçireceğiz! Beşiktaş kulübünün tarihinde sayılacak olan ilk beş teknik adam arasında kesinlikle kendine yer bulacak. Sadece futbol anlayışıyla değil kişiliğiyle, düşünceleriyle, yaptıklarıyla, yapmayı planladıklarıyla.


Son söz, güle güle Sosyalist Bilic! Güle güle güzel adam, iyi ki bize bu güzel zamanları yaşattın…



28 Mayıs 2015 Perşembe

Zamanın keşfi, Zamanın Kaybı (Masal Diyarı)

Yeni yerime alışmam biraz zaman aldı gerçekten. Zaman denilen kavramı yavaş yavaş öğrenmeye başladım artık. Çünkü geçen şeyle beraber büyüdüğümü fark ediyorum. Son kez bakışımı hatırlıyorum da ilk geldiğim yere ne kadar da uzak geliyor şimdi bana, sanki kendi gözlerimden son kez bakmıştım bütün hayatım boyunca özlemini çekeceğim o huzurlu yuvaya.  Bugün tam 3 yıl geçti üzerinden buraya gelişimin ve ben artık kendi başıma ayaklarımın üzerinde durabilmeyi öğrendim hatta ağzımdan çıkan garip seslerle beraber etrafımdakilerle anlaşmayı da. O kadar da zor değil aslında her şey sanırım küçük olduğum için devamlı olarak bir koruma altındayım. Ben de çabalıyorum pek çok şey için ama bu küçük ellerle koca dünyaya tutunmak kolay değil o yüzden ben de fazla zorlamıyorum aslında önümdeki masaya tutunmakla yetiniyorum çoğu zaman.

Gündüzleri keşiflerle geçiyor zaman sadece etrafımı değil elbette bu sıkışıp kaldığım bedeni de keşfetmekle meşgulüm. Neyi yapıp neyi yapmamam gerektiğini öğretiyor bana zaman. Öyle şeyler yaşıyorum ki ders almaya başlıyorum tüm olanlardan. Ancak sinirleniyorum da durmadan çünkü benim tercihim olmayan bu seçim için bana sürekli engeller koyanlar var etrafımda. Kendilerine göre uydurdukları kurallar bunlar başka da bir şey değil! Kurmadığım oyunun kurallarını sevmemi bekliyorlar benden, çok beklerler! Geceler daha güzel bence özellikle de babamın eve gelişi ve onunla birlikte geçirdiğimiz zamanlar. Küçük bir çocuk olduğumu unutturuyor çoğu zaman bana. Günlerin geçip büyüyeceğimi söylüyor hatta bana bildiklerini öğretiyor durmadan tabi ki de o kadar hızlı öğrenemiyorum ama olsun yine de bir iki numara kapmaya başladım.

 Geceleri yatmadan önce babam yanıma gelip bir şeyler anlatıyor kimi zaman, kimi zaman da elindeki kitaptan uzun uzun şeyler okuyor bana. Kendi seçtiği yaşamları bana dinletiyor. Kendi beğendiklerini benim de beğeneceğimi düşünüyor olmalı ki kafasına göre bir sayfa açıp okumaya başlıyor ve çoğunun sonunu bile duymadan sızıp kalıyorum, kolay değil çünkü bu koca dünyada küçük bir insan olmak yoruyor ister istemez bedenimi bütün bu olanlar. Sonunu bile duymadığım bu şeylere masal diyor babam ve her biri beni biraz daha meraklandırıyor aslında çıkıp görmek için dışarıya, buralardan daha fazlasını görüp öğrenebilmem için içimdeki ruhu hareketlendiriyor. O okudukça ben büyüyorum zamanı hiç düşünmeden sadece kendimi bulacağım anı beklemek için öylece büyüyorum. Gün gelip de kendim olmaya karar verdiğimde bütün bunların ne kadar önemli şeyler olduğunu söyleyebileyim diye bekliyorum ve büyüyorum…


Sokaklar neden bu kadar büyük diye düşünüyorum her dışarıya çıktığımda. Hâlbuki yürüyecek iki ayağım var ve bastığım yer gördüğümden daha küçük. Bu büyük yolların arasında kocaman ağaçların içinde tek başıma kendi hayatımı yaşayabilmek için hayallerimle süslüyorum bütün bahçeyi. Zihnim o kadar berrak ki bu konuda her şey benim elimdeymiş gibi hissediyorum düşünüyorum, istiyorum ve hop karşımda buluyorum onu. Masallar bu kadar gerçek mi oluyor isteyince ve acaba bu hep böyle devam edecek mi hayatımda?

sürecin adı

selamlar herkese....
ilk yazımda örnek teşkil etsin diye benim için zor ama eğlenceli, yeni keşiflerin olduğu sürecimi yazayım istedim...sürecin adı: sigaradan ayrılış...sigara ile ilk tanışmamız hemen hemen on iki yıl öncesine dayanır ve ilk anda aşık olduk sandım.. meğer o aşk nikotinin vücudum ile tanışması ve yer etmesiymiş...çok güzeldi arkadaşlarla arka arkaya gizli gizli içmeler, saklanan paketler, biranın, rakının yanında gri dumanlar derken hele de kibritle yakmak...hep de şu vardı dillerde " seviyorum içmeyi, yani istesem bırakırım da henüz istemiyorum"...gerçekten çok seviyordum bu arada...ayrılmaz ikiliydik...4-5 gün içmediğim de oldu, günde bir paket içtiğim de...çok uzatmayayım geçenlerde arkadaşla konuşurken dedik ki güzel olur bıraksak...gerçekten kendime de söylemeye başlamıştım bırakayım diye ama içimde bir ses "...bırakırsın, hiç girişme bu işe diyordu"...bu sese inat akşam evde internette sigarayı bırakmaya dair yazı, video incelerken sigarayı bırakmak çok kolay yazan 1 sa 6 dk lık bir video gördüm...izlerken başta "aman, püf, tırt" derken sonunda "tamam ya doğru bu aşk değil, heh anlamlandıramadığım şeylerdi bunlar" dedim ve o andan itibaren üç gündür içmiyorum...ooo bir video izledim sigarayı bıraktım kafası yapmayacağım...video gerçekten etkili oldu...gün içinde zaman zaman canım çok istiyor, bazen de boşluk oluyor, lakin videoda söylenenleri aklıma getirip içmeden takılmaya devam ediyorum....yeni şeyler giriyor hayatıma probiyotik yoğurtlar, artan yürüyüşler, sigara içenleri izlemek...daha başlangıç bu, keşfedecek çok şey var mı bilemiyorum....bir alışkanlıktan uzaklaşmak için 21 gün gerekli....bakalım şu an 3teyiz...devamı gelmesi dileğiyle sigaradan ayrılmak isteyenlere küçük bir başlangıç notu olsun...
iyi günleriniz olsun...

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Ölüme İnat!

   Teker teker kaybedeceğiz tüm sevdiklerimizi. Anneyi, babayı, öpmeye kıyamadığın yarin yanağını kara toprağa gömeceksin. İşin en acı tarafı ise alışacaksın kayıplara. Bir bir teslim edeceksin son mekanlarına. önceleri çok koyacak. Ağlayacaksın. Bu acı, bu ızdırap ile çok uzun süre yaşamam zannedeceksin. Ama yaşayacaksın. Sen bile inanamayacaksın nasıl teselli bulduğuna. Kayıplar başlamadan önce hiç sana ölüm hiç uğramaz sanacaksın. Bir gün ilk ayrılık gelip bulacak seni. beyninden vurulmuşa döneceksin. O güne kadar yaşadığın tüm acılar silinecek hafızandan. Uyuşacak tüm vücudun. Gözlerin, aklın, yüreğin durup dinlenmeden yaşlar akıtacak. Bir gün... İki gün... Üç gün...Dört gün... Derken bir sabah uyanacaksın. Yine güneş doğmuş, yine karnın acıkmış, yine işe gitme vakti gelmiş. Dışarı çıkınca göreceksin ki dallar yine yeşermiş, bir fidan çiçek vermiş. Bir haber alacaksın, yeni bir bir çocuk doğmuş. Sanki o çocuk da toprak olmayacakmış gibi sevineceksin. Çalışacaksın, konuşacaksın, güleceksin. Akşam olacak eve geleceksin, tv izleyecek, misafir ağırlayacak, çay içeceksin... Tek bir farkla! Hep bi eksik olacaksın. her zaman bir tarafın yarım kalacak. Sen göçüp gidene kadar bu hep böyle olacak. Bunca hüzne gark olmuşken bir çocuğun gülümsemesi, bir dost eli senin tesellin olacak. İşte böyle zamanlar için insanın omzunda utanmadan sıkılmadan ağlayacağı yoldaşları olacak. Olmalı. Toprak bir gün bizi de almadan sonsuz sevgiler biriktirmeli insan! Ölüme inat.!!

26 Mayıs 2015 Salı

Bir Yerden Başka Bir Yere (Merhaba Dünya)

Buraya geleli çok uzun zaman olmadı ama sanırım yavaş yavaş gitme vakti gelmeye başladı. Artık durduğum yer benim için değilmiş gibi hissediyorum, dar geliyor sanki bu küçük kap benim küçük vücuduma. Biraz rahatsızlık yaratsam sanki dışımdaki bu kabuğu atacakmışım gibi bir his var içimde ve bu his son zamanlarda beni epeyce tetikler oldu şansımı dememem konusunda. Birkaç küçük denemem de olmadı değil ayaklarımla biraz aşağıya doğru ittiğimde dışarıdan bir ses duydum sanki bir uğultu ya da ufak bir inleme belki de küçük bir çığlık gibiydi. Anlam veremediğim bir şeydi, ilerleyen zamanlarda ne olduğunu çözebilirim ama burada durmak gerçekten beni yoruyor pek bir şey yapamıyorum hareketsiz yatıyorum öylece, sadece küçük küçük dönüşler mümkün olduğum yerde.

Sanırım son düşündüğümden bu güne kadar biraz zaman geçti. Dışarıda bir koşturmacanın olduğu kesin çünkü ciddi şekilde sarsıldım az önce. İçinde durduğum bu şeyi bir yerden bir yere taşıyorlar ya da yuvarlıyorlar belli ki. Bir şeyler tepemden baskı uyguluyor sanki beynimi ezmek istercesine ve yine işte aynı ses yine bir çığlık ama bu sefer geçenkine oranla daha net. Sanki kulaklarımdaki perde kalkmaya başladı ya da bu çığlığın tonu arttı. Kesin olarak şunu söyleyebilirim ki bir kadın bu sesin sahibi ve keskin, acı dolu, yıkıcı bir çığlık bu! Yorulduğumu fark ediyorum ama bu sefer hareket etmekten ya da buradan çıkmak için uğraşmaktan değil daha çok bir uyuşukluk hali bu. Yine aynı çığlık bu sefer daha da yakından ve tepemdeki baskı gitgide artmaya devam ediyor sanki birisi beni daha derine itmek için uğraşıyor gibi. Direniyorum gücümün yettiğince ama çok büyük bir güç bu, o kadar büyük ki beni ellerinin arasına alsa sanki bir yerden bir yere kolayca atıverecek bir dev gibi.
O da ne! Bir anda ters döndüm! Artık baskı kafamda değil ayakucumda, biraz önce beni tepemden bastıran şey sanki şimdi beni ayaklarımdan yukarı doğru itiyor. İçinde durduğum bu kabuktan çıkma vakti acaba geldi mi? Gayret etmeli miyim? Yoksa kendimi bıraksam her şey benden habersiz olup biter mi?

Yaklaştım hissediyorum, iyice yaklaştım hatta başımın üstünde bir serinlik var ve o serin şey öyle bir kavradı ki kafamı bırakmıyor. Beni buraya bağlayan koca bağ bile dayanamıyor tutmaya beni içeride. E hadi o zaman bırakalım bakalım kendimizi bu serinliğe doğru. Kayıyorum yukarıya doğru beni iten şey ne bilmiyorum ama şimdi de aşağıya doğru kayıyorum gözlerim o kadar kör ki sadece karanlığın arasında hareket eden büyük kütleler görüyorum ve ciğerlerimin içini yakan şeyi hissediyorum. Acı bir tadı var ilk içime çektiğimde bu acı tat en derinime kadar işledi ama işin garibi bir yandan da beni rahatlatıyor. Ne yapmalıyım bir kez daha mı çekmeliyim içime o acı tadı, hadi deneyelim bakalım.


Çok canımı yakıyor, sanırım bağıracağım hatta ağlayabilirim bile bu kadar kötü olacağını hiç düşünmemiştim keşke hiç çıkmasaydım eski yerimden direnseydim biraz daha belki vazgeçerlerdi! Dayanamıyorum ağlıyorum, bağırıyorum, içten içe isyan ediyorum ama ben bağırdıkça etrafımdakilerde bir sevinç, bir neşe ve onlar bu kadar mutluyken ilk küfrümü de sallıyorum fakat kimse duymuyor beni benden başka. Sanırım geldiğim bu yere alışmam biraz zaman alacak ama çıktık artık yola hadi bakalım daha neler yaşayacağız bu yeni kabuğumuzda…

24 Mayıs 2015 Pazar

Parma'ya Veda Zamanı




  Avrupa liglerinde puan durumları nasıl, liglerde neler oluyor diye şöyle br karıştırdım puan tablolarını. Büyük liglerde çok fazla süpriz yok. Ancak benim için hüzünlü bir durum var. Efsaneler Fabrikası olarak gördüğüm Parma A.C. iflastan dolayı Serie A'dan düşüyor.
  Hemen aklıma 1999'daki  UEFA Kupası'nı kazanan efsane kadro geliyor. Bu yazıyı da bu yüzden yazıyorum. Kadroyu bilenler o günleri hatırlayacak, bilmeyenler ise şaşıracak. İşte o kadrodaki yıldızlardan bazıları.

    • İtalya tarihinin Dino Zoff'tan sonra gelmiş en iyi kalecisi olarak görülen, hala Juventus kalesini koruyan panter kaleci; Gianluigi Buffon
    http://img-haber24.mncdn.com/images/fotogaleri/2d3abc0d24.jpg
    Gianluigi Buffon

    • Fifa Yılın Futbolcusu seçilebilen nadir stoperlerden, İnter, Jüventus ve Real Madrid gibi dev takımlara liderlik yapmış kıvrak İtalyan; Fabio Cannavaro 

    Fabio Cannavaro

    •  2000'lerde sağ bek diyince Brezilyalı Cafu ile birlikte akla gelen tek isim, görev adamı; kara bomba; Lilian Thuram

    Lilian Thuram

    • Arjantin futbolunun yetiştirdiği en istikrarlı ortasaha oyuncularından, top cambazı, futbol virtiözü; Juan Sebastian Veron

    Juan Sebastian Veron

    • İtalyan futbolunun asi çocuğu Dino Baggio

    Dino Baggio


    • Türk futbolseverlerin Beşiktaş'tan hatırladığı; Federico Giunti

    Federico Giunti
    •  Fatih Terim'in Fiorantina'nın başına geçmesiyle tekrar canlanmış, Nuno Gomes - Rui Costa ile beraber süper bir üçlü olmuş kurt forvet; Enrico Chiesa

    Enrico Chiesa

    •  O yıllardaki çocukların mahalle maçlarında o olmak için kapıştığı, leblebi gibi gol atan, transfer ücretiyle rekorlar kıran, kral; Hernan Crespo

    Hernan Crespo


      Sensini, Fuser, Mussi, Balbo, Asprilla, Fiore ve daha niceleri...




    22 Mayıs 2015 Cuma

    Kulüpten Notlar

    Not: Kulüpten Notlar tamamen gecenin sessizliğinde yazılmış ve beyin rahatlatmak için kafa boşaltma yazılarıdır. Anlamlı şeyler beklenmeden okunmalıdır bunlar birer beyin rehabilitasyonu gibidir benim için devamı gelecektir çünkü devamlı dolar bu kafanın içindeki et parçası. İyi okumalar!
    Sonra derin bir sessizlik içinde kulaklarının uğultusuyla uyanıverir insan büyük bir hava balonunun içinde öylece bir boşlukta kaldığını düşünüp heyecan ve korku içinde bir çırpınış bu aslında. Bir günde kaç hayale veda edebilir kaç kişiyi yollayıp kaç kişiyi uğurlayabilirsiniz? Gidenler sadece birer kişi midir yoksa her biri birer hayat mı bunu düşünürken hiç hak etmediğin yerlerde hiç hak etmediğin bir karşılığa saatlerce sömürülüp hiçbir yere varamadığını görünce mi kendine gelir insan? Ve her zaman olduğu gibi kulübe dönüş yolu başlar yalnız kalınca insan sonra saatler öylece akıp gider hiç geçmesin istediğin günlerin tersine öylece akar gider ve sen ya da ben hiçbir şey yapamayız buna öylece bekleriz kaderimizin neler getirdiğini görmek için bize sunulan ağzı kapalı gümüş tepsinin açılmasının heyecanıyla ve belki de biraz korkusuyla. 

    Sonra düşünmeye başlarım maddiyatı hayatımın büyük bölümü yapmamışken aslında hayatın büyük bölümünün maddi olduğu kanısına varma sancısı içinde bir anda boşluğun bir kat daha derinliğini yakalarsın yeni bir şey bulmuş gibi sanki çok büyük bir buluşa imza atmış gibi aaa dersin bir kat daha varmış bunun altında ve bu katın altı da var belki görmediğimiz. Sonra konuşmak çare olmayınca yazarsın yazarsın ama anlam yüklemezsin sadece durmadan durdurmadan ellerini yazarsın anlamına bakmak istemeden içindekileri şairane olduğunu düşünerek yazarsın ama aslında sadece lafı güzaf dedikleri var ya işte tam olarak ondandır senin söylediklerin sen dışındakilere.

    Sorgulamak çok gereksiz kalır sonra çünkü sorgulayacak şeylerin sorgulanacak hiçbir şeyi kalmamış kokuşmuş birer düzen olduğunu daha iyi anlarsın istemsizce kendine sorarsın ne yapayım hayallerimi mi satayım idealimden mi vazgeçeyim bu hayatta yaşamak için ya da daha rahat yaşamak için yoksa yaşamanın hiçbir yanında rahat yok mudur diye düşünmekten geri kalmaz mısın zor işlere kalkışmak için zoru tanımlamak gerekir ki belki de en öznel tanımdır sonra devam mı tamam mı demek için bir kez daha düşünmek istersin peki gerçekten devam mı?

    20 Mayıs 2015 Çarşamba

    YAŞAMAK

    Sen benim sokaklarıma yazılmış şiirler.
    Ekmek almaya giderken vuruldum sana.
    Molotof atmasaydın yüreğimin tam ortasına,
    Belki de nefes almayı yaşamak sanmaya,
    Devam edecektim yıllarca.
    ÇOCUK

    Küçük Partiler Seçim Sever

      Sizi bilmem ama benim seçim öncesi eğlencem, sesi çok çıkan büyük partileri değil de hiçbir yerde adı geçmeyen küçük partileri takip etmek. Her hafta bültenleri tararım, küçük parti haberlerini gözden geçiririm. İnternet sitelerini her an takipteyim. Bu da benim manyaklığım. Gözlediklerimden bazılarına burada değinmek istiyorum.

     ●LİBERAL DEMOKRAT PARTİ:

      Bir kere takdir etmek gerekir, adamlar kendilerini biliyor, hedefimiz %1, %3 büyük başarıdır diyor. En belirgin vaatleri devleti küçültmek. Evet doğru duydunuz. Devlette ne var ne yok satıp savacağız, herşeyi özel sektöre bırakacağız, şeklindebir programa sahipler. İş güç kalmayınca da başbakan bolca ülke gezer artık.
      Miting yapacak paraları olmadığından genelde sosyal medyada takılıyorlar. Seçimlere ise ıskalamadan katılıyorlar. En büyük kozları, açık ara en şirin seçtiğim sembolleri.

    ldp.org

     ●MİLLİ İTTİFAK (SP-BBP):

      Muhafazakar seçmenin klasik bahanesini (AKP'ye veriyoz çünkü alternatif yok aga) ortadan kaldıran bir birliktelik. Cemaatçisiydi, ilticacısıydı, alpereniydi bu ittifakta toplansa rahat barajı geçerdi ama en önemli şeyi yapamadılar; reklam. Eminim ki halkın en az yarısının bu birleşmeden haberi yoktur. Ha gayret beyler reklam için pamuk eller cebe.

    saadet.org.tr
     
     ●KOMÜNİST PARTİ:

      Bu kardeşlerimizin en önemli özellikleri bölünmektir. Yine bölündüler ve yola KP ve HTKP olarak devam ediyorlar. Yerel seçimlerde sol ittifak destekli adayları Tunceli'nin Ovacık Belediyesinde başkanlığı kazandı. Komünistlerin ilk pratik uygulamasından halk hoşnut gözüküyor.
    En son icraat olarak 1 Mayıs'ta hızlı bir operasyonla Taksime girdiler. Marksist solun sınıf mücadelesinden gelmeyen Türk Toplumuna adapte edilemeyeceğini anlayana kadar size iktidar yok gençler.


    kp.org.tr


    HAK VE HAKİKAT PARTİSİ:
      Ülkemizi hem mehdi hem şair bir liderin yönetmesini istiyorsanız Dursun Güneş tam aradığınız aday. Takkesi ve ak sakalıyla eksiksiz bir mehdi olarak dikkatleri çekiyor. Slogan ise çok şey anlatıyor: "Osmanlı ruhuyla asıp keseceğiz"

    hakvehakikatpartisi.com

    ●VATAN PARTİSİ:

      Eski Doğu Perinçek + yeni İşçi Partisi + eski kafa CHP'liler + eski paşalar, albaylar... Kılıçdaroğlu'nun Yeni CHP'sine tepki olarak büyüyor. Bana sorarsanız baraj dışı kalan partilerden Milli İttifak'la beraber %3ü zorlayacak parti.



    vatanpartisi.org.tr

    ●BÜYÜK TÜRKİYE PARTİSİ:
      En güzelleri sonlara sakladım. Yıllarca Azerbaycan'da öğretim üyeliğiyapmış(kendi ifadesiyle) Prof.Haydar Baş'ın yüksek uçan partisi. Asgari ücreti 5000tl yapma vaadi herşeyi anlatıyor. Ayrıca belki iktidar partisinden bile daha çok bilinen bir slogana sahipler; "İş, Aş, Haydar Baş!"
    Hocanın iddaasına göre yaptırdığı anketlerde oy oranı en az %25, ama barajı geçemezler diye kimse onlara oy vermiyor. Mantıklı bir teori.


    btp.org.tr

    ●ALTERNATİF VE DEĞİŞİM PARTİSİ:
      Sembolü "güneş ve burma bileziktir"(Ambleme doya doya bakın, tanıdık gelebilir.). Kısaltması AL PARTİ'dir. Sanırım bu kadar açıklama yeterli.
    Bir de slogan verelim. "Al Parti yavaş yavaş geliyor."


    alparti.org.tr





    18 Mayıs 2015 Pazartesi

    İlk Kan mı İlk Adaletsizlik mi?

    Hadi gece gece bir kitap tanıtayım size. Bütün insanlığın dinlerinde, mitolojilerinde, hikayelerinde ve belleklerinde yer etmiş olan ilklerden birisinin anlatısı bu kitap. Jose Saramago Nobel ödüllü bir yazar rahmetlinin kalemi harbiden sağlam boşuna Nobel vermemişler yani herife. Bugüne kadar gelmiş geçmiş kavimleri, insanları, milletleri incelerseniz karşınıza hep ortak aklın ürünü olan parçalar çıkacaktır. Bunlar kimi zaman bir anlatıda kimi zaman bir uygulamada kimi zaman da bir inanışta görülür. İşte bu kitap da pek çok dini inanışta kendine yer etmiş olan ilk kanın akıtılması konusunu en bilindik aktörlerin ismiyle anlatıyor. 

    Kitap aslında sadece bu ilk kanın nasıl akıtıldığını anlatsa iyi bir de bunun öncesini sonrasını aktarıyor ama bir farkla "katil"in gözünden. Yani Kabil'in! Habil ve Kabil insanlığın bilinen ilk kardeşleri ve tabii ki Adem ile Havva'nın çocukları. (Adem ve Havva ifadesi tamamen Tevrat kökenli bir ifadedir mesela Kur'an'da Havva adı geçmez ama Adem vardır, neyse buna da sonra bir ara gireriz). Onlar aynı zamanda ilk hayvan ve bitki yetiştiricileri. Habil bir çoban Kabil ise bir çiftçi. 

    Hikayede herkesin bildiği şey şudur ki Kabil Habil'i öldürdü. Peki neden? Aslında nedeni çok basit adaletsizlik! İşte bu yüzden belki de ilk kanın akıtılmasının yanında bir de ilk adaletsizlik olarak görebilirsiniz bu anlatılanları ya da yazar bize bunu göstermek için elinden geleni yapıyor diyelim. Kabil'in başından geçenler, onun gözünden ve iç sesinden anlatılarak, sanki onun yanında yol alıyormuşsunuz hissiyle kendinizi hikayenin akışına kaptırmanızı sağlıyor. Velhasıl kelam eğer ki mitoloji seviyorsanız ve dinler tarihine meraklıysanız ya da bunların hiçbirisi değilseniz sadece sürükleyici bir macera arıyorum diyorsanız okumakta fayda var. 

    Son paragrafı da kitaptan bir bölümle bitirelim.
    Kardeşine ne yaptın diye sordu ve Kabil ona başka bir soruyla cevap verdi, Kardeşimin bekçi miyim ben? Onu öldürdün, Doğru ama ilk suçlu sensin, sen benim yaşamımı mahvetmeseydin onun yaşaması için kendi canımı verirdim, Seni sınamak istemiştim, Sen kimsin ki kendi yarattıklarını sınıyorsun, Ben her şeyin egemen sahibiyim, Bütün varlıkların da diyebilirsin, Ama ne benim ne de özgürlüğümün sahibisin, Öldürme özgürlüğünün mü, Tıpkı Habil'i öldürmemi önleyebilecekken öldürmeme izin vermekte senin de özgür olduğu gibi...(S. 31)

    14 Mayıs 2015 Perşembe

    Adamın Gözü

    Küçük kadınlar iyidir,
    Sarıldığınızda bir parçanız olduğunu hissedersiniz.
    Büyük gözlü kadınlar iyidir,
    Gözlerine baktığınızda içinizi dışınızı, her şeyinizi, her şeyini görürsünüz.
    Esmer kadınlar iyidir,
    Çünkü bazen karanlığınız olurlar bazen de sizi güneşten koruyan bir siper.
    Sevgilim diyen kadınlar iyidir,
    Sırf sizi sevdiği için değil sizi hep seveceği için söylerler bunu.
    Gülen kadınlar iyidir,
    Çünkü siz ağlarken bile mutlu olacağınızın teminatıdırlar.
    Kısaca kadınlar iyidir,
    Bakmasını becerebilen gözünüz oldukça.

    Zordur Beşiktaşlı Olmak Herkese Göre İş Değildir!

    Zordur Beşiktaşlı olmak öyle başka bir şeye benzemez! Sadece bir takım değildir bir ruhtur bir bütündür büyük bir inançtır, şerefli ikinciliktir sessiz sedasız büyük başarılar kazanmaktır kimsenin bilmediği alanlarda, asiliktir öyle boyun eğmek bize göre değildir! Sessiz sakin kalamayız bağırırız çağırırız söveriz sayarız ama Beşiktaş'a sövmeyiz sövemeyiz içimizden gelmez yine de Beşiktaş deriz her şeyin ardından çünkü güzel olan şey yenmek yenilmek değil Beşiktaşlı olmaktır. Bu bir seçimdir elbette ama herkes bu seçimi yapacak kadar cesur değildir! 

    Namağlup tek şampiyon olmak kolay değildir öyle aklınız almaz onca hafta maç yapıp da yenilmemeyi ve sonra şampiyon olmayı! Metin Ali Feyyaz'ı bilmek demektir, kapıcının oğlu Rıza'yı hem oyuncu hem teknik direktör olarak görmenin huzurudur,  Seba'yı tanımak, ona sahip olduğun için şanslı hissetmektir kendini, kaleye geçen Pancu'nun gösterdiği muhteşem performansla ezeli rakibini 4-3 yenmektir. Sergen gibi bir sol ayağın ilk ortaya çıktığı yer olabilmektir mesela, her attığı basketin ardından "Amin" diyebilmektir El Aminle birlikte, gençleri yetiştirmeyi kendine iş edinen adamlarla çalışmak için bir araya gelmektir, stadın yokken oradan oraya gezinirken şampiyonluğa oynamaktır ve belki son maçta kaybetmektir yani kolay değildir öyle cesaret ister, yürek ister, direnç ister, karakter ister, ezilmeye dayanıp, ezilenin yanında olmayı bilmek ister. çArşı olup ülkene sahip çıkmayı ister!

     İşte biz bütün bunlara inandığımız için sevdik seni Beşiktaş yensen de yenilsen de seninleyiz dedik hadi yap bir güzellik sevindir bizi bin kat daha güzel olsun bundan sonraki günler biz inançlılar için!

    12 Mayıs 2015 Salı

    Küfür mü? Nefret Ederim AQ!

    İşte olay tam da başlıkta olduğu gibi. Son dönemde, baktığınızda çevrenize, televizyona, İnternet'e, gazetelere, dergilere, mizah yazılarına, Youtube yorumlarına tam olarak yukarıdaki mantıkta bir şeyler görüyorsunuz. Herkes çok rahatsız karşısındakinin küfür etmesinden herkes o kadar temiz, pirüpak bir hayat yaşıyor ve hayatlarındaki her şey o kadar yolunda gidiyor ki hiç böyle kötü sözleri kullanmıyorlar. Kullanmayı bırakın duymaya bile tahammülleri yok!

    Oysa biliyorsunuz içinizdekileri ve haykırmak isteyip de haykıramadığınız şeyleri başka birisi söylediğinde, bu başka birisi arkadaşınız, komşunuz, hocanız, televizyonda gördüğünüz birisi, takip ettiğiniz bir fenomen vs olabilir, günah keçisi ilan etmek en kolayı olarak karşınıza çıkıyor. İstediğiniz zaman istediğiniz şeyi söyleyemiyorsanız bilin ki bastırılmış, kapalı, pısırık bir çocukluk geçirmişsiniz ve özgür değilsiniz demektir. Halbuki ne güzel olur çok sinirlendiğinde veya sevindiğinde yapıştırmak bir küfür  ya da sevdiğin birini gördüğünde ona hafiften bir argo laf söylemek! Mesela üzgünsen ve hayatın berbat haldeyse kadere sövmek nasıl rahatlatır adamı. Okan Bayülgen bir programda "Piç Kurusu" dedi diye neredeyse asıyorduk adamı neden? Sen söyleyemedin diye mi bu kadar kin, nefret? Peki biliyor musun acaba anlamını bu deyimin? Bak ne diyor TDK, 1-Soysuz, 2- Yaramaz kimse. Yani senin düşündüğün anlamın dışında bir anlam daha geliyor ki küfür değil en fazla ufak yollu bir sataşmadır bu. Belki de buna kızmandan şunu anlamalıyız ki senin aklın hep o küfür diye nitelediğin şeyin peşinde yani dönelim başa söylemek istiyorsun ama söyleyemiyorsun bastırdıkça, içine attıkça karşılığında küfürden daha fena bir şey ortaya çıkarıyorsun, nefret! Söylemek lazım ki küfür nefretin yanında küçük küçük küçük kardeş gibi bir şey kalır. 

    Son sözü ben değil Neyzen Tevfik söylemiş yıllar öncesinden, hani şu ağzı bozuk deli şair var ya heh işte o. Ne demiş Deli Neyzen: "Küfür dilin cilasıdır!". Doğru kullanımlar dilerim sayın okuyan!

    6 Mayıs 2015 Çarşamba

    Nasıl Anlaşacağız Onlarla

    İnsanoğlu evreni hep dinledi...

    Devasa uydular, çanaklar yerleştirdi sağa sola.

    Hep bir ses, bir sinyal, bir belirti bekledi.

    Beklediğini bulamadı hiç.

    Biz yeşil gözleri tepede adamlar beklerken uzaydan,

    Bakterimsi canlılar var galiba diye avuttuk dünyamızı.

    Peki ya onlar da bekliyorsa bir ses, bir sinyal, bir belirti.

    Dinliyorlarsa devasa çanaklarla evreni...

    İlk sinyali biz yollayaım.

    Uzay aracına ses kaydı koymak değil elbet.

    Zeplinle kıymalı börek göndermek de değil.

    Peki ne belli eder bir kaç milyon ışık yılı öteye yerimizi.

    Bence ya çok güçlü  bir lazer parıldaması ya da, anlamlı elektromanyetik dalgalar.

    Çok bilimkurgu oldu evet.

    30 Nisan 2015 Perşembe

    Mübarek Osmanlı!

    Osmanlı  Padişahları mübarekmiş! Duy da inanma! Hepsi cennet garantiliymiş. Ben demiyorum bunu. Üniversite sıralarında oturan onlarca  öğrenci diyor. 19 kardeşini sözde devlet bekası için öldüren III. Mehmet değilmiş gibi. Naima Tarihine bakarsanız bu olayın nasıl yaşandığını tarihi kayıtlarla da görebilirsiniz.
    Bir başka örnekle devam edeyim. Fatih İstanbul'un fethi için kaç canı gözden çıkarmış, kaç ana yavrusunu "cihad" için feda etmiştir. Ama olsun, onlar Peygamberin duasına mazhar olmuşlardır.( Kesinliği yoktur bu sözün) Ne de olsa İstanbul'u fetheden komutan ne güzel komutandı. Sadece Osmanlı tarafından ölenleri saymak yetmez, kendi topraklarını savunan binlerce Romalı ölmedi mi? Hani vatan savunması en kutsal görevlerdendi? Sadece Müslümanların vatanlarını savunması mı kutsal görev? Hristiyanlar vatan, bayrak savunması yapamaz mı? Olsun, İslam hoşgörü dini. En başta Roma'da ölenler öldü ama geride kalanlar İslam'ın hoşgörü dini olduğunu anladı. Yüzyıllarca mutlu mesut yaşadılar.
    peki durum gerçekten de böyle miydi? Azınlıkta kalan gruplar Osmanlı hakimiyetinde yaşamaktan mutlu muydular? İsyan eden tüm milletler terörist miydi? Özgürlük, dinini yayma hakkı Türk ve Müslümanlara has birer olgu muydu?
    Bulgaristan'ın Sırbistan'ın bağımsız devletler kurmak ne haddine! Osmanlı zaten özgürce yaşamalarına izin vermemiş gibi. Yok yok bunlara kesin rahat batmıştı. Yoksa hepsi o kadar rahatlıktan neden vazgeçerdi ki? İlla kendi dillerini konuşmak, kendi kültürlerini yaşatmak zorunda mıydılar? Hem bizim atalarımızın savaşarak, can vererek kazandıkları topraklarda yaşayacaklar, hem de kendi dillerini konuşmak isteyecekler. Yok öyle!
    Yukarıda yazdığım tüm düşünce ve savlar yetiştiğim toprakların %50'sinin savunduğu görüşler. Annem, babam da bu gruba dahil. Çevremi saran tüm bu faşizan fikirlere rağmen, her toplumun geleceğini inşa etme hakkına sahip olduğunu düşünen bir avuç eşe dosta da sahibim. Çoğunluğun borusunun öttüğü değil, herkesin ama herkesin özgürce yaşadığı bir toplum hayal ediyoruz biz."Afedersin Ermeni"nin hakaret, aşağılayıcı bir hitap olmadığı bir Türkiye'yi hayal eden herkese selam olsun!

    26 Nisan 2015 Pazar

    Çokkişilikli de Neymiş?

    Biz bir hayal kurduk.
    Her düşüncenin her fikrin kendine yer bulabildiği bir platform.
    Kalemine güvenenlerin gelip yazabileceği bir alan.
    Özgür, sansürsüz bir yayın.
    Yılardır aynı şeyleri tekrarlayanları değil, yeni yüzleri okumak isteyenlere bir fırsat.
    Yazmak için torpile, paraya, üne, ünvana gerek olmayan bir köşe.
    Her kafadan bir ses çıkan bir topluluk.
    Süre dayatması olmadan yazılabilen bir dergi.
    Kağıt israfı olmayan bir gazete.
    Adına da şanına layık "Çokkişilikli" dedik.
    Umarım hem yazanlar sever, hem okuyanlar.
    Yazmak isteyen herkesi, eleştirecek herkesi, söyleyecek sözü olan herkesi bekliyoruz.
    Korkmadan, kasmadan, zorlanmadan yazılan tek sayfa.
    Çokkişilikli başlıyorrrr...

    23 Nisan 2015 Perşembe

    Sizsiniz Kadın

       Kadın nedir? Az gelişmiş toplumlarda, özellikle Orta doğu coğrafyasında bekaretini yitirmiş dişiye verilen ad. (Yaşınız 1'de olsa 51'de olsa fark etmez.) Peki kadınlar için böyle iğrenç bir sınıflandırma varken, acaba erkekler için de var mıdır? Ben söyleyeyim, yok! Kadınlar, kadınlarımız sanki 2. sınıf varlık olarak yaratılmış, erkek önderliğinde, onlar olmadan varlıklarını kanıtlayamaz hale gelmiştir. Peki Yaratıcı gerçekten böyle çifte standartlı mı yaratmıştır? Erkek bir kadınla birlikte olduğunda  "milli", "çapkın", "adam" olur, kadın sevdiği adamla birlikte olur, "fahişe ya da orospu" olur. çünkü kadına haram, erkeğe helaldir tüm bu saydıklarım. Örneklerime devam ediyorum: Erkek yoldan geçen kadını gözüyle, diliyle, hatta bazen daha da ileri giderek elle taciz eder, erkektir, erkekliğin şanındandır derler. Kızlarımız bir erkeği beğenmeye, ona şöyle iki göz süzerek bakmaya görsün. Hele bu olay bir de duyulursa yandı. Artık o kız bir  "yollu"dur. Bundan sonra yapılacak her tacize açıktır. Oysa erkeğin yaptığı aşağılayıcı, küçük düşürücü ve iğrençtir. Ama biz bunu pek dile getirmeyiz. Çünkü böyle erkekler,toplumun geneline göre "adam gibi adamdır!!!"
       Ülkemizde kız gibi olmak ayıptır. Erkek gibi olmak büyük bir erdemdir. Sanki tüm erkekler onurluymuşçasına! Hiç duydunuz mu haberlerde tecavüzcü, tacizci kadın. Duyacaklarınız şunlarla sınırlıdır: " Çarşaflı, başörtülü kadın hırsızlık yaptı, annenin ihmali yüzünden çocuk havuzda boğuldu ( o saatte baba da oradadır) . Ancak hiçbir kanalda  pantolonlu, takkeli adam hırsızlık yaptı, tespihli adam tecavüz etti." şeklinde haber sunulmaz. Orada bile kadınları ayrıştırıcı bir dil kullanılır.
        Kadın hep tahrik eden, yapılanları hak eden taraftır. Erkek hem tecavüz eder, hem öldürür iyi hal, tahrik indirimi alır. Kadın kendi namusuna halel getiren insan müsveddesini öldürür müebbet alır. Tek suçumuz yaratılıştan gelen farklılığımız. Böyle geldiysek yapılanları hak etmişiz demektir. Nah! yok öyle bir dünya. Bizi ezemeyeceksiniz, yok sayamayacaksınız. Evlerde baskı altında tutamayacaksınız. Bizsiz bir ülke, bizsiz bir kalkınma hayal edemeyeceksiniz. Ya hep beraber ya hiç birimiz. O yüzden, o bekareti bozulmuş sapık zihniyetlere sesleniyorum: Asıl kadın sizsiniz!

    Çocuk Bayramı

      23 Nisan... Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Hani bundan 95 yıl önce açılan meclisin dünyada ilk kez çocuklara armağan ettiği o özel gün. Daha mutlu ve daha güvenilir yarınların vaat edildiği bayram... Gelelim bugüne; evlatlarımız artık ne mutlu ne de yarınlara güvenle bakıyor. Bundan bilmem kaç yıl önce bir çocuk yalnızca bir dilim baklava yüzünden 9 yıl hapse mahkum edilmişti. Bundan 1 yıl önce 15 yaşında Berkin'i "çocuklara bayram hediye eden" devlet öldürmemiş miydi? Adana'da Osmaniye'de tutuk evinde çocuklara tecavüz edilmedi mi? Mardin'de 24 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç.'ye rızası vardı denilmedi mi? Sözde bir din adamı 9 yaşındaki kız çocukları ile evlenilebilir diye fetva vermedi mi?
       Peki tüm bunlar olurken devletin başındakiler ne yaptı? Tecavüzcülere sırf duruşmaya takım elbise-kravat ile geldi diye iyi hal indirimi yaptı. Hırsızları, yolsuzları "devlete çok büyük hizmetleri var." diyerek salıverdi. Daha bitmedi.  Devletin güvenli gelecek politikaları devam ediyor. Kadınları diri diri toprağa gömen Hizbullahçıları davullu, zurnalı, halaylı uğurladılar. Saysam sonu gelmeyecek adaletsizlikler, hukuksuzluklar bir bir aklıma geliyor. Hala Berkin'in, Ali İsmail'in, N.Ç.'nin hayatlarını çalanlardan bir haber yok. Şimdi bakıyorum da Cumhurbaşkanı yerini bir kız çocuğuna bırakmış 23 Nisan'ı kutluyor (yersen!). Kendi çocuklarının, torunlarının kasalarını doldururken, o pırıl pırıl çocukların geleceğini çalıyor.
      Yine de tüm bunlara inat, daha aydınlık 23 Nisanların hayalini kuran bir avuç insanımız var. Onların varlığı şerefine çocukların, hala çocuk kalanların Çocuk Bayramı kutlu olsun!