30 Mayıs 2015 Cumartesi

Bilic'e Veda (Güzel Adama Bin Teşekkür)

Hani böyle hayatınızda bir ya da iki kere gördüğünüz ya da etrafınızda adı geçen anlatılan bazı insanlar vardır ya, onları çok fazla tanımazsınız ama o ilk gördüğünüz andaki belli şeyler size çeker o kişiyi işte öyle bir şeydi benim için de Slaven Bilic.

2008 yılıydı televizyonu açıp bir maçın ortasından giriş yapmıştım izlemeye, maç çok sürükleyici değildi hatta bazen vasat bile gidiyordu denilebilir ancak benim dikkatimi, kameranın nadiren gösterdiği bir adam çekmişti. Hırvatistan’ın teknik direktörü. Adam o kadar heyecanlıydı ki yerinde durmuyordu hep bir koşturmaca içindeydi.  Bıraksalar sahaya girip topu alıp gidecek gibiydi ve belki de sahada oynayan bazı futbolcular bile onun kadar koşturmamıştı o maçta. Kameramanın da dikkatini çekmiş olmalı ki bu ara ara görüntüye getirme işini sık sıka doğru değiştirdi. Sonra spiker anlatmaya başladı. Slaven Bilic, Hırvatistan milli takımının teknik direktörü, eski stoper aynı zamanda avukat üstüne üstlük bir de gitarist! Vay arkadaş dedim! Ulan nasıl bi adamsın sen böyle! O zamanlar şimdikinden daha genç tabi ama dikkatimi çeken bir diğer önemli nokta da kulağındaki küpesiydi. Adam futbolun o eskimiş, bayatlamış teknik adamlarına, yaşlı, suratsız, sinirli heriflerine benzemiyordu. Heyecanlıydı ve bu heyecanıyla sadece oyuncuları değil benim gibi izleyenleri de etkiliyordu belki de.

Sonra bir gün bir haber okudum Bilic Beşiktaş’a gelecek diye. O anki duygularım hala aklımda, işte dedim işte Beşiktaş ruhuna yakışan genç, hevesli, dinç bir adam geliyor! Yenileneceğiz, büyüyeceğiz, güzelleşeceğiz. Öyle de oldu büyüdük, yenilendik, güzelleştik, zevk veren bir futbol izledik heyecanı doruklarında yaşadık, kimi zaman sevinçten bağırdık kimi zaman üzüntüden ama hep bir parçamız gibiydi Bilic. Bir ağabey gibiydi oyuncularla şakalaşıyor, onları gazlıyor, gol atınca sevinçten zıp zıp zıplıyor, gol atanı yanaklarından öpüyor, sarılıyor güzel adamdı yani.

Ne oldu peki sonra? Ne olacak Türk futbolunun makûs talihine o da takıldı kaldı. Hani vardır ya bir teknik adam geliyorsa o sene o takım şampiyon olmalı olamazsa huzursuzluk başlar öteki seneye kadar dayanabilirse ee artık o sene olmalıdır şampiyon yoksa altından çekiverirler sandalyeyi! (Lanet Zihniyet!!!). Bugünkü konuşmasında bir arkadaşının ona söylediği bir sözü aktardı, Değerin Türkiye’ye geldiğinde seni karşılayanlara göre değil giderken seni uğurlayanlara göre anlaşılır! Ne kadar acı ki geldiğindeki heyecanı, giderken uğurlamada gösteremedik ancak şunu biliyorum ki Slaven Bilic bu takıma yine gelecek yine kendi dünyasını bu takıma uygulayacak ve biz yine mükemmel zevkli zamanlar geçireceğiz! Beşiktaş kulübünün tarihinde sayılacak olan ilk beş teknik adam arasında kesinlikle kendine yer bulacak. Sadece futbol anlayışıyla değil kişiliğiyle, düşünceleriyle, yaptıklarıyla, yapmayı planladıklarıyla.


Son söz, güle güle Sosyalist Bilic! Güle güle güzel adam, iyi ki bize bu güzel zamanları yaşattın…



28 Mayıs 2015 Perşembe

Zamanın keşfi, Zamanın Kaybı (Masal Diyarı)

Yeni yerime alışmam biraz zaman aldı gerçekten. Zaman denilen kavramı yavaş yavaş öğrenmeye başladım artık. Çünkü geçen şeyle beraber büyüdüğümü fark ediyorum. Son kez bakışımı hatırlıyorum da ilk geldiğim yere ne kadar da uzak geliyor şimdi bana, sanki kendi gözlerimden son kez bakmıştım bütün hayatım boyunca özlemini çekeceğim o huzurlu yuvaya.  Bugün tam 3 yıl geçti üzerinden buraya gelişimin ve ben artık kendi başıma ayaklarımın üzerinde durabilmeyi öğrendim hatta ağzımdan çıkan garip seslerle beraber etrafımdakilerle anlaşmayı da. O kadar da zor değil aslında her şey sanırım küçük olduğum için devamlı olarak bir koruma altındayım. Ben de çabalıyorum pek çok şey için ama bu küçük ellerle koca dünyaya tutunmak kolay değil o yüzden ben de fazla zorlamıyorum aslında önümdeki masaya tutunmakla yetiniyorum çoğu zaman.

Gündüzleri keşiflerle geçiyor zaman sadece etrafımı değil elbette bu sıkışıp kaldığım bedeni de keşfetmekle meşgulüm. Neyi yapıp neyi yapmamam gerektiğini öğretiyor bana zaman. Öyle şeyler yaşıyorum ki ders almaya başlıyorum tüm olanlardan. Ancak sinirleniyorum da durmadan çünkü benim tercihim olmayan bu seçim için bana sürekli engeller koyanlar var etrafımda. Kendilerine göre uydurdukları kurallar bunlar başka da bir şey değil! Kurmadığım oyunun kurallarını sevmemi bekliyorlar benden, çok beklerler! Geceler daha güzel bence özellikle de babamın eve gelişi ve onunla birlikte geçirdiğimiz zamanlar. Küçük bir çocuk olduğumu unutturuyor çoğu zaman bana. Günlerin geçip büyüyeceğimi söylüyor hatta bana bildiklerini öğretiyor durmadan tabi ki de o kadar hızlı öğrenemiyorum ama olsun yine de bir iki numara kapmaya başladım.

 Geceleri yatmadan önce babam yanıma gelip bir şeyler anlatıyor kimi zaman, kimi zaman da elindeki kitaptan uzun uzun şeyler okuyor bana. Kendi seçtiği yaşamları bana dinletiyor. Kendi beğendiklerini benim de beğeneceğimi düşünüyor olmalı ki kafasına göre bir sayfa açıp okumaya başlıyor ve çoğunun sonunu bile duymadan sızıp kalıyorum, kolay değil çünkü bu koca dünyada küçük bir insan olmak yoruyor ister istemez bedenimi bütün bu olanlar. Sonunu bile duymadığım bu şeylere masal diyor babam ve her biri beni biraz daha meraklandırıyor aslında çıkıp görmek için dışarıya, buralardan daha fazlasını görüp öğrenebilmem için içimdeki ruhu hareketlendiriyor. O okudukça ben büyüyorum zamanı hiç düşünmeden sadece kendimi bulacağım anı beklemek için öylece büyüyorum. Gün gelip de kendim olmaya karar verdiğimde bütün bunların ne kadar önemli şeyler olduğunu söyleyebileyim diye bekliyorum ve büyüyorum…


Sokaklar neden bu kadar büyük diye düşünüyorum her dışarıya çıktığımda. Hâlbuki yürüyecek iki ayağım var ve bastığım yer gördüğümden daha küçük. Bu büyük yolların arasında kocaman ağaçların içinde tek başıma kendi hayatımı yaşayabilmek için hayallerimle süslüyorum bütün bahçeyi. Zihnim o kadar berrak ki bu konuda her şey benim elimdeymiş gibi hissediyorum düşünüyorum, istiyorum ve hop karşımda buluyorum onu. Masallar bu kadar gerçek mi oluyor isteyince ve acaba bu hep böyle devam edecek mi hayatımda?

sürecin adı

selamlar herkese....
ilk yazımda örnek teşkil etsin diye benim için zor ama eğlenceli, yeni keşiflerin olduğu sürecimi yazayım istedim...sürecin adı: sigaradan ayrılış...sigara ile ilk tanışmamız hemen hemen on iki yıl öncesine dayanır ve ilk anda aşık olduk sandım.. meğer o aşk nikotinin vücudum ile tanışması ve yer etmesiymiş...çok güzeldi arkadaşlarla arka arkaya gizli gizli içmeler, saklanan paketler, biranın, rakının yanında gri dumanlar derken hele de kibritle yakmak...hep de şu vardı dillerde " seviyorum içmeyi, yani istesem bırakırım da henüz istemiyorum"...gerçekten çok seviyordum bu arada...ayrılmaz ikiliydik...4-5 gün içmediğim de oldu, günde bir paket içtiğim de...çok uzatmayayım geçenlerde arkadaşla konuşurken dedik ki güzel olur bıraksak...gerçekten kendime de söylemeye başlamıştım bırakayım diye ama içimde bir ses "...bırakırsın, hiç girişme bu işe diyordu"...bu sese inat akşam evde internette sigarayı bırakmaya dair yazı, video incelerken sigarayı bırakmak çok kolay yazan 1 sa 6 dk lık bir video gördüm...izlerken başta "aman, püf, tırt" derken sonunda "tamam ya doğru bu aşk değil, heh anlamlandıramadığım şeylerdi bunlar" dedim ve o andan itibaren üç gündür içmiyorum...ooo bir video izledim sigarayı bıraktım kafası yapmayacağım...video gerçekten etkili oldu...gün içinde zaman zaman canım çok istiyor, bazen de boşluk oluyor, lakin videoda söylenenleri aklıma getirip içmeden takılmaya devam ediyorum....yeni şeyler giriyor hayatıma probiyotik yoğurtlar, artan yürüyüşler, sigara içenleri izlemek...daha başlangıç bu, keşfedecek çok şey var mı bilemiyorum....bir alışkanlıktan uzaklaşmak için 21 gün gerekli....bakalım şu an 3teyiz...devamı gelmesi dileğiyle sigaradan ayrılmak isteyenlere küçük bir başlangıç notu olsun...
iyi günleriniz olsun...

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Ölüme İnat!

   Teker teker kaybedeceğiz tüm sevdiklerimizi. Anneyi, babayı, öpmeye kıyamadığın yarin yanağını kara toprağa gömeceksin. İşin en acı tarafı ise alışacaksın kayıplara. Bir bir teslim edeceksin son mekanlarına. önceleri çok koyacak. Ağlayacaksın. Bu acı, bu ızdırap ile çok uzun süre yaşamam zannedeceksin. Ama yaşayacaksın. Sen bile inanamayacaksın nasıl teselli bulduğuna. Kayıplar başlamadan önce hiç sana ölüm hiç uğramaz sanacaksın. Bir gün ilk ayrılık gelip bulacak seni. beyninden vurulmuşa döneceksin. O güne kadar yaşadığın tüm acılar silinecek hafızandan. Uyuşacak tüm vücudun. Gözlerin, aklın, yüreğin durup dinlenmeden yaşlar akıtacak. Bir gün... İki gün... Üç gün...Dört gün... Derken bir sabah uyanacaksın. Yine güneş doğmuş, yine karnın acıkmış, yine işe gitme vakti gelmiş. Dışarı çıkınca göreceksin ki dallar yine yeşermiş, bir fidan çiçek vermiş. Bir haber alacaksın, yeni bir bir çocuk doğmuş. Sanki o çocuk da toprak olmayacakmış gibi sevineceksin. Çalışacaksın, konuşacaksın, güleceksin. Akşam olacak eve geleceksin, tv izleyecek, misafir ağırlayacak, çay içeceksin... Tek bir farkla! Hep bi eksik olacaksın. her zaman bir tarafın yarım kalacak. Sen göçüp gidene kadar bu hep böyle olacak. Bunca hüzne gark olmuşken bir çocuğun gülümsemesi, bir dost eli senin tesellin olacak. İşte böyle zamanlar için insanın omzunda utanmadan sıkılmadan ağlayacağı yoldaşları olacak. Olmalı. Toprak bir gün bizi de almadan sonsuz sevgiler biriktirmeli insan! Ölüme inat.!!

26 Mayıs 2015 Salı

Bir Yerden Başka Bir Yere (Merhaba Dünya)

Buraya geleli çok uzun zaman olmadı ama sanırım yavaş yavaş gitme vakti gelmeye başladı. Artık durduğum yer benim için değilmiş gibi hissediyorum, dar geliyor sanki bu küçük kap benim küçük vücuduma. Biraz rahatsızlık yaratsam sanki dışımdaki bu kabuğu atacakmışım gibi bir his var içimde ve bu his son zamanlarda beni epeyce tetikler oldu şansımı dememem konusunda. Birkaç küçük denemem de olmadı değil ayaklarımla biraz aşağıya doğru ittiğimde dışarıdan bir ses duydum sanki bir uğultu ya da ufak bir inleme belki de küçük bir çığlık gibiydi. Anlam veremediğim bir şeydi, ilerleyen zamanlarda ne olduğunu çözebilirim ama burada durmak gerçekten beni yoruyor pek bir şey yapamıyorum hareketsiz yatıyorum öylece, sadece küçük küçük dönüşler mümkün olduğum yerde.

Sanırım son düşündüğümden bu güne kadar biraz zaman geçti. Dışarıda bir koşturmacanın olduğu kesin çünkü ciddi şekilde sarsıldım az önce. İçinde durduğum bu şeyi bir yerden bir yere taşıyorlar ya da yuvarlıyorlar belli ki. Bir şeyler tepemden baskı uyguluyor sanki beynimi ezmek istercesine ve yine işte aynı ses yine bir çığlık ama bu sefer geçenkine oranla daha net. Sanki kulaklarımdaki perde kalkmaya başladı ya da bu çığlığın tonu arttı. Kesin olarak şunu söyleyebilirim ki bir kadın bu sesin sahibi ve keskin, acı dolu, yıkıcı bir çığlık bu! Yorulduğumu fark ediyorum ama bu sefer hareket etmekten ya da buradan çıkmak için uğraşmaktan değil daha çok bir uyuşukluk hali bu. Yine aynı çığlık bu sefer daha da yakından ve tepemdeki baskı gitgide artmaya devam ediyor sanki birisi beni daha derine itmek için uğraşıyor gibi. Direniyorum gücümün yettiğince ama çok büyük bir güç bu, o kadar büyük ki beni ellerinin arasına alsa sanki bir yerden bir yere kolayca atıverecek bir dev gibi.
O da ne! Bir anda ters döndüm! Artık baskı kafamda değil ayakucumda, biraz önce beni tepemden bastıran şey sanki şimdi beni ayaklarımdan yukarı doğru itiyor. İçinde durduğum bu kabuktan çıkma vakti acaba geldi mi? Gayret etmeli miyim? Yoksa kendimi bıraksam her şey benden habersiz olup biter mi?

Yaklaştım hissediyorum, iyice yaklaştım hatta başımın üstünde bir serinlik var ve o serin şey öyle bir kavradı ki kafamı bırakmıyor. Beni buraya bağlayan koca bağ bile dayanamıyor tutmaya beni içeride. E hadi o zaman bırakalım bakalım kendimizi bu serinliğe doğru. Kayıyorum yukarıya doğru beni iten şey ne bilmiyorum ama şimdi de aşağıya doğru kayıyorum gözlerim o kadar kör ki sadece karanlığın arasında hareket eden büyük kütleler görüyorum ve ciğerlerimin içini yakan şeyi hissediyorum. Acı bir tadı var ilk içime çektiğimde bu acı tat en derinime kadar işledi ama işin garibi bir yandan da beni rahatlatıyor. Ne yapmalıyım bir kez daha mı çekmeliyim içime o acı tadı, hadi deneyelim bakalım.


Çok canımı yakıyor, sanırım bağıracağım hatta ağlayabilirim bile bu kadar kötü olacağını hiç düşünmemiştim keşke hiç çıkmasaydım eski yerimden direnseydim biraz daha belki vazgeçerlerdi! Dayanamıyorum ağlıyorum, bağırıyorum, içten içe isyan ediyorum ama ben bağırdıkça etrafımdakilerde bir sevinç, bir neşe ve onlar bu kadar mutluyken ilk küfrümü de sallıyorum fakat kimse duymuyor beni benden başka. Sanırım geldiğim bu yere alışmam biraz zaman alacak ama çıktık artık yola hadi bakalım daha neler yaşayacağız bu yeni kabuğumuzda…

24 Mayıs 2015 Pazar

Parma'ya Veda Zamanı




  Avrupa liglerinde puan durumları nasıl, liglerde neler oluyor diye şöyle br karıştırdım puan tablolarını. Büyük liglerde çok fazla süpriz yok. Ancak benim için hüzünlü bir durum var. Efsaneler Fabrikası olarak gördüğüm Parma A.C. iflastan dolayı Serie A'dan düşüyor.
  Hemen aklıma 1999'daki  UEFA Kupası'nı kazanan efsane kadro geliyor. Bu yazıyı da bu yüzden yazıyorum. Kadroyu bilenler o günleri hatırlayacak, bilmeyenler ise şaşıracak. İşte o kadrodaki yıldızlardan bazıları.

    • İtalya tarihinin Dino Zoff'tan sonra gelmiş en iyi kalecisi olarak görülen, hala Juventus kalesini koruyan panter kaleci; Gianluigi Buffon
    http://img-haber24.mncdn.com/images/fotogaleri/2d3abc0d24.jpg
    Gianluigi Buffon

    • Fifa Yılın Futbolcusu seçilebilen nadir stoperlerden, İnter, Jüventus ve Real Madrid gibi dev takımlara liderlik yapmış kıvrak İtalyan; Fabio Cannavaro 

    Fabio Cannavaro

    •  2000'lerde sağ bek diyince Brezilyalı Cafu ile birlikte akla gelen tek isim, görev adamı; kara bomba; Lilian Thuram

    Lilian Thuram

    • Arjantin futbolunun yetiştirdiği en istikrarlı ortasaha oyuncularından, top cambazı, futbol virtiözü; Juan Sebastian Veron

    Juan Sebastian Veron

    • İtalyan futbolunun asi çocuğu Dino Baggio

    Dino Baggio


    • Türk futbolseverlerin Beşiktaş'tan hatırladığı; Federico Giunti

    Federico Giunti
    •  Fatih Terim'in Fiorantina'nın başına geçmesiyle tekrar canlanmış, Nuno Gomes - Rui Costa ile beraber süper bir üçlü olmuş kurt forvet; Enrico Chiesa

    Enrico Chiesa

    •  O yıllardaki çocukların mahalle maçlarında o olmak için kapıştığı, leblebi gibi gol atan, transfer ücretiyle rekorlar kıran, kral; Hernan Crespo

    Hernan Crespo


      Sensini, Fuser, Mussi, Balbo, Asprilla, Fiore ve daha niceleri...




    22 Mayıs 2015 Cuma

    Kulüpten Notlar

    Not: Kulüpten Notlar tamamen gecenin sessizliğinde yazılmış ve beyin rahatlatmak için kafa boşaltma yazılarıdır. Anlamlı şeyler beklenmeden okunmalıdır bunlar birer beyin rehabilitasyonu gibidir benim için devamı gelecektir çünkü devamlı dolar bu kafanın içindeki et parçası. İyi okumalar!
    Sonra derin bir sessizlik içinde kulaklarının uğultusuyla uyanıverir insan büyük bir hava balonunun içinde öylece bir boşlukta kaldığını düşünüp heyecan ve korku içinde bir çırpınış bu aslında. Bir günde kaç hayale veda edebilir kaç kişiyi yollayıp kaç kişiyi uğurlayabilirsiniz? Gidenler sadece birer kişi midir yoksa her biri birer hayat mı bunu düşünürken hiç hak etmediğin yerlerde hiç hak etmediğin bir karşılığa saatlerce sömürülüp hiçbir yere varamadığını görünce mi kendine gelir insan? Ve her zaman olduğu gibi kulübe dönüş yolu başlar yalnız kalınca insan sonra saatler öylece akıp gider hiç geçmesin istediğin günlerin tersine öylece akar gider ve sen ya da ben hiçbir şey yapamayız buna öylece bekleriz kaderimizin neler getirdiğini görmek için bize sunulan ağzı kapalı gümüş tepsinin açılmasının heyecanıyla ve belki de biraz korkusuyla. 

    Sonra düşünmeye başlarım maddiyatı hayatımın büyük bölümü yapmamışken aslında hayatın büyük bölümünün maddi olduğu kanısına varma sancısı içinde bir anda boşluğun bir kat daha derinliğini yakalarsın yeni bir şey bulmuş gibi sanki çok büyük bir buluşa imza atmış gibi aaa dersin bir kat daha varmış bunun altında ve bu katın altı da var belki görmediğimiz. Sonra konuşmak çare olmayınca yazarsın yazarsın ama anlam yüklemezsin sadece durmadan durdurmadan ellerini yazarsın anlamına bakmak istemeden içindekileri şairane olduğunu düşünerek yazarsın ama aslında sadece lafı güzaf dedikleri var ya işte tam olarak ondandır senin söylediklerin sen dışındakilere.

    Sorgulamak çok gereksiz kalır sonra çünkü sorgulayacak şeylerin sorgulanacak hiçbir şeyi kalmamış kokuşmuş birer düzen olduğunu daha iyi anlarsın istemsizce kendine sorarsın ne yapayım hayallerimi mi satayım idealimden mi vazgeçeyim bu hayatta yaşamak için ya da daha rahat yaşamak için yoksa yaşamanın hiçbir yanında rahat yok mudur diye düşünmekten geri kalmaz mısın zor işlere kalkışmak için zoru tanımlamak gerekir ki belki de en öznel tanımdır sonra devam mı tamam mı demek için bir kez daha düşünmek istersin peki gerçekten devam mı?

    20 Mayıs 2015 Çarşamba

    YAŞAMAK

    Sen benim sokaklarıma yazılmış şiirler.
    Ekmek almaya giderken vuruldum sana.
    Molotof atmasaydın yüreğimin tam ortasına,
    Belki de nefes almayı yaşamak sanmaya,
    Devam edecektim yıllarca.
    ÇOCUK

    Küçük Partiler Seçim Sever

      Sizi bilmem ama benim seçim öncesi eğlencem, sesi çok çıkan büyük partileri değil de hiçbir yerde adı geçmeyen küçük partileri takip etmek. Her hafta bültenleri tararım, küçük parti haberlerini gözden geçiririm. İnternet sitelerini her an takipteyim. Bu da benim manyaklığım. Gözlediklerimden bazılarına burada değinmek istiyorum.

     ●LİBERAL DEMOKRAT PARTİ:

      Bir kere takdir etmek gerekir, adamlar kendilerini biliyor, hedefimiz %1, %3 büyük başarıdır diyor. En belirgin vaatleri devleti küçültmek. Evet doğru duydunuz. Devlette ne var ne yok satıp savacağız, herşeyi özel sektöre bırakacağız, şeklindebir programa sahipler. İş güç kalmayınca da başbakan bolca ülke gezer artık.
      Miting yapacak paraları olmadığından genelde sosyal medyada takılıyorlar. Seçimlere ise ıskalamadan katılıyorlar. En büyük kozları, açık ara en şirin seçtiğim sembolleri.

    ldp.org

     ●MİLLİ İTTİFAK (SP-BBP):

      Muhafazakar seçmenin klasik bahanesini (AKP'ye veriyoz çünkü alternatif yok aga) ortadan kaldıran bir birliktelik. Cemaatçisiydi, ilticacısıydı, alpereniydi bu ittifakta toplansa rahat barajı geçerdi ama en önemli şeyi yapamadılar; reklam. Eminim ki halkın en az yarısının bu birleşmeden haberi yoktur. Ha gayret beyler reklam için pamuk eller cebe.

    saadet.org.tr
     
     ●KOMÜNİST PARTİ:

      Bu kardeşlerimizin en önemli özellikleri bölünmektir. Yine bölündüler ve yola KP ve HTKP olarak devam ediyorlar. Yerel seçimlerde sol ittifak destekli adayları Tunceli'nin Ovacık Belediyesinde başkanlığı kazandı. Komünistlerin ilk pratik uygulamasından halk hoşnut gözüküyor.
    En son icraat olarak 1 Mayıs'ta hızlı bir operasyonla Taksime girdiler. Marksist solun sınıf mücadelesinden gelmeyen Türk Toplumuna adapte edilemeyeceğini anlayana kadar size iktidar yok gençler.


    kp.org.tr


    HAK VE HAKİKAT PARTİSİ:
      Ülkemizi hem mehdi hem şair bir liderin yönetmesini istiyorsanız Dursun Güneş tam aradığınız aday. Takkesi ve ak sakalıyla eksiksiz bir mehdi olarak dikkatleri çekiyor. Slogan ise çok şey anlatıyor: "Osmanlı ruhuyla asıp keseceğiz"

    hakvehakikatpartisi.com

    ●VATAN PARTİSİ:

      Eski Doğu Perinçek + yeni İşçi Partisi + eski kafa CHP'liler + eski paşalar, albaylar... Kılıçdaroğlu'nun Yeni CHP'sine tepki olarak büyüyor. Bana sorarsanız baraj dışı kalan partilerden Milli İttifak'la beraber %3ü zorlayacak parti.



    vatanpartisi.org.tr

    ●BÜYÜK TÜRKİYE PARTİSİ:
      En güzelleri sonlara sakladım. Yıllarca Azerbaycan'da öğretim üyeliğiyapmış(kendi ifadesiyle) Prof.Haydar Baş'ın yüksek uçan partisi. Asgari ücreti 5000tl yapma vaadi herşeyi anlatıyor. Ayrıca belki iktidar partisinden bile daha çok bilinen bir slogana sahipler; "İş, Aş, Haydar Baş!"
    Hocanın iddaasına göre yaptırdığı anketlerde oy oranı en az %25, ama barajı geçemezler diye kimse onlara oy vermiyor. Mantıklı bir teori.


    btp.org.tr

    ●ALTERNATİF VE DEĞİŞİM PARTİSİ:
      Sembolü "güneş ve burma bileziktir"(Ambleme doya doya bakın, tanıdık gelebilir.). Kısaltması AL PARTİ'dir. Sanırım bu kadar açıklama yeterli.
    Bir de slogan verelim. "Al Parti yavaş yavaş geliyor."


    alparti.org.tr





    18 Mayıs 2015 Pazartesi

    İlk Kan mı İlk Adaletsizlik mi?

    Hadi gece gece bir kitap tanıtayım size. Bütün insanlığın dinlerinde, mitolojilerinde, hikayelerinde ve belleklerinde yer etmiş olan ilklerden birisinin anlatısı bu kitap. Jose Saramago Nobel ödüllü bir yazar rahmetlinin kalemi harbiden sağlam boşuna Nobel vermemişler yani herife. Bugüne kadar gelmiş geçmiş kavimleri, insanları, milletleri incelerseniz karşınıza hep ortak aklın ürünü olan parçalar çıkacaktır. Bunlar kimi zaman bir anlatıda kimi zaman bir uygulamada kimi zaman da bir inanışta görülür. İşte bu kitap da pek çok dini inanışta kendine yer etmiş olan ilk kanın akıtılması konusunu en bilindik aktörlerin ismiyle anlatıyor. 

    Kitap aslında sadece bu ilk kanın nasıl akıtıldığını anlatsa iyi bir de bunun öncesini sonrasını aktarıyor ama bir farkla "katil"in gözünden. Yani Kabil'in! Habil ve Kabil insanlığın bilinen ilk kardeşleri ve tabii ki Adem ile Havva'nın çocukları. (Adem ve Havva ifadesi tamamen Tevrat kökenli bir ifadedir mesela Kur'an'da Havva adı geçmez ama Adem vardır, neyse buna da sonra bir ara gireriz). Onlar aynı zamanda ilk hayvan ve bitki yetiştiricileri. Habil bir çoban Kabil ise bir çiftçi. 

    Hikayede herkesin bildiği şey şudur ki Kabil Habil'i öldürdü. Peki neden? Aslında nedeni çok basit adaletsizlik! İşte bu yüzden belki de ilk kanın akıtılmasının yanında bir de ilk adaletsizlik olarak görebilirsiniz bu anlatılanları ya da yazar bize bunu göstermek için elinden geleni yapıyor diyelim. Kabil'in başından geçenler, onun gözünden ve iç sesinden anlatılarak, sanki onun yanında yol alıyormuşsunuz hissiyle kendinizi hikayenin akışına kaptırmanızı sağlıyor. Velhasıl kelam eğer ki mitoloji seviyorsanız ve dinler tarihine meraklıysanız ya da bunların hiçbirisi değilseniz sadece sürükleyici bir macera arıyorum diyorsanız okumakta fayda var. 

    Son paragrafı da kitaptan bir bölümle bitirelim.
    Kardeşine ne yaptın diye sordu ve Kabil ona başka bir soruyla cevap verdi, Kardeşimin bekçi miyim ben? Onu öldürdün, Doğru ama ilk suçlu sensin, sen benim yaşamımı mahvetmeseydin onun yaşaması için kendi canımı verirdim, Seni sınamak istemiştim, Sen kimsin ki kendi yarattıklarını sınıyorsun, Ben her şeyin egemen sahibiyim, Bütün varlıkların da diyebilirsin, Ama ne benim ne de özgürlüğümün sahibisin, Öldürme özgürlüğünün mü, Tıpkı Habil'i öldürmemi önleyebilecekken öldürmeme izin vermekte senin de özgür olduğu gibi...(S. 31)

    14 Mayıs 2015 Perşembe

    Adamın Gözü

    Küçük kadınlar iyidir,
    Sarıldığınızda bir parçanız olduğunu hissedersiniz.
    Büyük gözlü kadınlar iyidir,
    Gözlerine baktığınızda içinizi dışınızı, her şeyinizi, her şeyini görürsünüz.
    Esmer kadınlar iyidir,
    Çünkü bazen karanlığınız olurlar bazen de sizi güneşten koruyan bir siper.
    Sevgilim diyen kadınlar iyidir,
    Sırf sizi sevdiği için değil sizi hep seveceği için söylerler bunu.
    Gülen kadınlar iyidir,
    Çünkü siz ağlarken bile mutlu olacağınızın teminatıdırlar.
    Kısaca kadınlar iyidir,
    Bakmasını becerebilen gözünüz oldukça.

    Zordur Beşiktaşlı Olmak Herkese Göre İş Değildir!

    Zordur Beşiktaşlı olmak öyle başka bir şeye benzemez! Sadece bir takım değildir bir ruhtur bir bütündür büyük bir inançtır, şerefli ikinciliktir sessiz sedasız büyük başarılar kazanmaktır kimsenin bilmediği alanlarda, asiliktir öyle boyun eğmek bize göre değildir! Sessiz sakin kalamayız bağırırız çağırırız söveriz sayarız ama Beşiktaş'a sövmeyiz sövemeyiz içimizden gelmez yine de Beşiktaş deriz her şeyin ardından çünkü güzel olan şey yenmek yenilmek değil Beşiktaşlı olmaktır. Bu bir seçimdir elbette ama herkes bu seçimi yapacak kadar cesur değildir! 

    Namağlup tek şampiyon olmak kolay değildir öyle aklınız almaz onca hafta maç yapıp da yenilmemeyi ve sonra şampiyon olmayı! Metin Ali Feyyaz'ı bilmek demektir, kapıcının oğlu Rıza'yı hem oyuncu hem teknik direktör olarak görmenin huzurudur,  Seba'yı tanımak, ona sahip olduğun için şanslı hissetmektir kendini, kaleye geçen Pancu'nun gösterdiği muhteşem performansla ezeli rakibini 4-3 yenmektir. Sergen gibi bir sol ayağın ilk ortaya çıktığı yer olabilmektir mesela, her attığı basketin ardından "Amin" diyebilmektir El Aminle birlikte, gençleri yetiştirmeyi kendine iş edinen adamlarla çalışmak için bir araya gelmektir, stadın yokken oradan oraya gezinirken şampiyonluğa oynamaktır ve belki son maçta kaybetmektir yani kolay değildir öyle cesaret ister, yürek ister, direnç ister, karakter ister, ezilmeye dayanıp, ezilenin yanında olmayı bilmek ister. çArşı olup ülkene sahip çıkmayı ister!

     İşte biz bütün bunlara inandığımız için sevdik seni Beşiktaş yensen de yenilsen de seninleyiz dedik hadi yap bir güzellik sevindir bizi bin kat daha güzel olsun bundan sonraki günler biz inançlılar için!

    12 Mayıs 2015 Salı

    Küfür mü? Nefret Ederim AQ!

    İşte olay tam da başlıkta olduğu gibi. Son dönemde, baktığınızda çevrenize, televizyona, İnternet'e, gazetelere, dergilere, mizah yazılarına, Youtube yorumlarına tam olarak yukarıdaki mantıkta bir şeyler görüyorsunuz. Herkes çok rahatsız karşısındakinin küfür etmesinden herkes o kadar temiz, pirüpak bir hayat yaşıyor ve hayatlarındaki her şey o kadar yolunda gidiyor ki hiç böyle kötü sözleri kullanmıyorlar. Kullanmayı bırakın duymaya bile tahammülleri yok!

    Oysa biliyorsunuz içinizdekileri ve haykırmak isteyip de haykıramadığınız şeyleri başka birisi söylediğinde, bu başka birisi arkadaşınız, komşunuz, hocanız, televizyonda gördüğünüz birisi, takip ettiğiniz bir fenomen vs olabilir, günah keçisi ilan etmek en kolayı olarak karşınıza çıkıyor. İstediğiniz zaman istediğiniz şeyi söyleyemiyorsanız bilin ki bastırılmış, kapalı, pısırık bir çocukluk geçirmişsiniz ve özgür değilsiniz demektir. Halbuki ne güzel olur çok sinirlendiğinde veya sevindiğinde yapıştırmak bir küfür  ya da sevdiğin birini gördüğünde ona hafiften bir argo laf söylemek! Mesela üzgünsen ve hayatın berbat haldeyse kadere sövmek nasıl rahatlatır adamı. Okan Bayülgen bir programda "Piç Kurusu" dedi diye neredeyse asıyorduk adamı neden? Sen söyleyemedin diye mi bu kadar kin, nefret? Peki biliyor musun acaba anlamını bu deyimin? Bak ne diyor TDK, 1-Soysuz, 2- Yaramaz kimse. Yani senin düşündüğün anlamın dışında bir anlam daha geliyor ki küfür değil en fazla ufak yollu bir sataşmadır bu. Belki de buna kızmandan şunu anlamalıyız ki senin aklın hep o küfür diye nitelediğin şeyin peşinde yani dönelim başa söylemek istiyorsun ama söyleyemiyorsun bastırdıkça, içine attıkça karşılığında küfürden daha fena bir şey ortaya çıkarıyorsun, nefret! Söylemek lazım ki küfür nefretin yanında küçük küçük küçük kardeş gibi bir şey kalır. 

    Son sözü ben değil Neyzen Tevfik söylemiş yıllar öncesinden, hani şu ağzı bozuk deli şair var ya heh işte o. Ne demiş Deli Neyzen: "Küfür dilin cilasıdır!". Doğru kullanımlar dilerim sayın okuyan!

    6 Mayıs 2015 Çarşamba

    Nasıl Anlaşacağız Onlarla

    İnsanoğlu evreni hep dinledi...

    Devasa uydular, çanaklar yerleştirdi sağa sola.

    Hep bir ses, bir sinyal, bir belirti bekledi.

    Beklediğini bulamadı hiç.

    Biz yeşil gözleri tepede adamlar beklerken uzaydan,

    Bakterimsi canlılar var galiba diye avuttuk dünyamızı.

    Peki ya onlar da bekliyorsa bir ses, bir sinyal, bir belirti.

    Dinliyorlarsa devasa çanaklarla evreni...

    İlk sinyali biz yollayaım.

    Uzay aracına ses kaydı koymak değil elbet.

    Zeplinle kıymalı börek göndermek de değil.

    Peki ne belli eder bir kaç milyon ışık yılı öteye yerimizi.

    Bence ya çok güçlü  bir lazer parıldaması ya da, anlamlı elektromanyetik dalgalar.

    Çok bilimkurgu oldu evet.