O gece. Hayatımın nasıl şekilleneceğini
bilmediğim ve belki de hayattan alacağım ilk ders olacak olan o büyük anın yaşanacağı
o gece. Ben babamın kolları arasında sessizce gecenin içine dalmışken bir yandan
hiç anlamadığım seslerle bir şeyler anlatan televizyonu duyar bir yandan uykunun
beni çağıran sıcak kollarına kendimi bırakırken bir telefon çaldı bütün bu durgunluğu
yırtan bir sesle. Ben yerimden bile kalkmadım babam açtı sadece evet tamam geliyoruz
dedi ve ben ne olduğunu anlamadığım bir serüvenin içine daldım habersizce. Babam
bir çanta hazırladı beni de aldı hadi gidiyoruz dedi. Çıktık yola ben yolda yarım
kalan uykuma devam ediyordum hiçbir şeyden habersizce. Biri daha var arabada yakından
tanıdığım babam almış belli ki yanımıza ve o uzun yola çıktık beklemeden.
Gece çok karanlık sessiz sadece motorun sesi arabanın içine dolan
ve ben gözlerimi açıyorum camdan dışarı bakıyorum geçen yol çizgileri sessiz ağaçlar
ve öylece bekleyen bir yol beni. Sonra adımı görüyorum bir binanın üzerinde ve yanımızdaki
amca söylüyor bak senin için bina yapmışlar, seviniyorum hiçbir şeyden habersiz.
Sabaha karşı daha gün ağarmamış gece gündüz arası bir zamanda
varıyoruz dolanbaçlı yollardan geçerek köye ve kimse uyanmamış daha uykuda bir ben
ayaktayım bir babam bir de o amca yanımızda. Kocaman kapının ardından geçiyoruz.
Babam soruyor annemi diyor oradakiler daha yeni uyudu uyusun birkaç saat. Ve biz
çıkıyoruz merdivenlerden yukarıya. Bir odanın içindeyiz, çıkarken yukarıya gördüm
onu üstünde beyaz bir örtü karnında bir bıçak, hep oturduğumuz odanın kapıları kapalı
sonuna kadar sokmazlar kimseyi içeriye ve biz de giremiyoruz o gizemli odaya bekliyoruz
sabah olsun gün ışısın diye.
O koca kapılar sonuna kadar açılmış duruyor ve ortada bir tabut
herkes uzağında sanki yalnız bir yolcu gibi bekliyor orta yerde. Annem kenarda bir
yerde durmuş ağlıyor belli ki çok ağlamış gözleri şişmiş kanlı beni bile görmüyor
kimseyi görmüyor sadece gözlerinden akan yaşları siliyor sessizce ağlayarak. Ben
orada tek başımayım kimse yok yanımda hani okuduğum kitaplardaki gibi yel değirmenlerine
karşı savaşan Don Kişot gibi tek başıma bir mücadele içindeyim. Karşımda o koca
tabut ve ben yolun orta yerinde durmuş öylece ona bakıyorum. Kimse bakmıyor bana
ve ben de görmüyorum kimseyi annemden başka. Çünkü ağlıyor annem ve annem ağlayınca
benim için yanıyor. Ben bir anneme bir ortada duran tabuta bakıyorum bir anlam veremiyorum.
Meğer ne büyük dersmiş o an şimdi anlıyorum. Hayat dediğin şey
bir yerde bitiyormuş da gidenlerin ardından kalanlar ağlıyormuş sanki hiçbir şey
yokmuş gibi. Ölüm dedikleri şey buymuş demek ki ve daha on yaşında bir çocuk olan
ben ölüm denilen bu sonu çok erken öğreniyorum. Hayat bundan sonra böyle mi olacak
diye düşünüyorum böyle hüzünlü böyle acı böyle yalnız! Kim bilebilir ki ölümün olduğu
bu dünyada daha ciddi ne olabilir ki diyor televizyonda bir ses yıllar sonra ve
ben tekrar tekrar hatırlıyorum ölümün olduğu bu dünyada daha ciddi ne olabilir diye
ve mutlu olmak varken mutsuz olmanın niye bu kadar revaçta olduğunu bir türlü çözemeden
yaşayıp gidiyorum işte…