1 Ocak 2024 Pazartesi

Denk geliş.

Sarhoş bir adam
gecenin 4'ü.
Sokaktan geçiyor sağlı sollu.
Kendiyle konuşuyor,
hesaplaşıyor belki.
Elinde büyükçe bir poşet ne taşıdığı belli.
Toplamış kalanlarını doldurmuş içine,
ilerliyor saça saça bir ileri bir geri.

Sarhoş bir adam 
gecenin 4'ü.
Ben başka alemde o, başkasında 
aynı sokaktayız oysa.
O, aşağıda ben yukarıda.

Sarhoş bir adam 
gecenin 4'ü.
Yürüyor sokak lambalarının altında
Uçuyor halbuki her bir adımında...

18 Şubat 2023 Cumartesi

Ramak


İki ruh var içimde

    Biri 

        inanmak istiyor her şeye "sessizce"

    Öteki 

        durmadan isyan ediyor "asice".




23 Ekim 2020 Cuma

Akademiye Taşlama

 

Adını kirletmeye değer mi mevki makam?

Hiç korkmaz mısın adaletten haktan hukuktan?

Ne hayaller kurardı seni hoca diye sayan,

Gittin yaptın yine yapacağını ey Kağan!

 

Satma ruhunu para için şeytana,

Hele çekinme dön bir bak arkana,

Yer yurt ayarlarsın yanındaki karıcına

Söyle memleket böyle mi gelecek hizaya?

 

Senden olmayan gelince edersin istifa,

Öteden görseler derler helal be adama

Sanma sorulmaz ileride hesap sana da

Durma doldur ceplerini harami parayla.

 

Göz görmez, kulak duymaz, dil söylemez sanma,

Aklın yolu bir yapılanların hepsi hata,

Hadi bak bakalım çocukların suratına,

Öğret öğretebilirsen birkaç kelam daha.

 

Kovulduk dokuz köyden onuncunun delisiyiz,

Kimse bir şey demez ama biz laf ebesiyiz,

Durmaz, bildiğimizi dümdüz söyler gideriz ,

Kızma sakın aman biz sadece elçiyiz.

14 Ocak 2018 Pazar

Güle Güle Dünya!

Yatağında usulca doğruldu ve doğan güneşe baktı. Bu kış gününde ne kadar da parlak ve sıcacıktı. Artık kalkamıyordu yerinden, kalmamıştı takati. Annesini uyandırmaya kıyamadı, öylece yattı yatağında ve düşünmeye başladı çocukluğunu. Küçük bedeniyle okula gidişini, bahçeden meyve koparışını, arkadaşlarıyla oynadığı oyunları. Artık hayal meyal hatırladığı ilk aşkını ve hiç unutmadığı son sevgilisini. Sadece bunlar kalmıştı elinde çünkü konuşmakta zorlanıyordu, nefes almakta da öyle ve elleri artık eskisi gibi tutamıyordu öyle her şeyi. Yaşlılıktan değildi bu çünkü daha 30'undaydı ama illet hastalık bırakmamıştı peşini uzun yıllardır. Yaşamanın ne ağır bir şey olduğunu anlıyordu artık ve ölmeyi kurtuluş olarak görüyordu hem kendisi hem de ailesi için. Böyle her gün üzülmektense bir gün üzülmek iyidir diyordu içinden annesini düşünerek. Yapabilse kendisi çoktan yapardı belki ama olmuyordu işte... Beklemek dışında elinden bir şey gelmiyordu, çaresizliği son damlasına kadar tadıyordu başkalarının tatmadığı kadar hem de. Son bir dileğim olsa ne dilerdim acaba diye düşünmeye başladı. Yürümek mi? Koşmak mı yoksa? ya da hiç doğmamış olmak mı? Belki sevdiği insanları üzmemek olurdu dileği belki de sadece kendi yemeğini kendi yiyebilmesi... Veyahut bir kitap okumak isterdi şöyle sağlam bir polisiye hani katilin son ana kadar kendini belli etmediği, okudukça bitirmek istediğin ancak bir yandan da bitmesin diye dua ettiğin cinsten. Hepsi hayaldi ya hiç aklına iyileşmek gelmezdi çünkü bilirdi bu hastalıktan iyileşmenin yolunun kendi elinde olmadığını üstelik denemişti de başka yollar ama ne çare kimse görmemişti, duymamıştı onu. Şimdi sabahın bu ilk ışıklarında tek yaptığı şey kimseye zarar vermeden öylece yatağında yatmaktı ve uyandığı için mutlu olmakla pişman olmak arasında bir hisle zamanın geçmesini bekliyordu. Bir gün son kez uyanışının olacağı günün geleceğini biliyordu ama onun bugün olduğunu kendisi bile bilmiyordu oysaki. 
Akşama kadar etrafında pervane olan annesini izledi, onun gözlerindeki çaresizliği, acımayı ve üzgünlüğü gördü. Sorsan belki daha iyi şeyler görmek isterdi bu son gününde ama olmadı. En azından mutlu bir anını görseydi annesinin son kez ama olmadı hayat ya işte bir kere düştün mü ayağa kalkmana izin vermez. Uykuya dalmıştı sessizce bir kenarda ama ani bir acıyla uyandı karnının içinde bir şeyler yanıyordu sanki etleri koparcasına acıyordu ama sesini duyuramıyordu kimselere sadece zamanı geldi galiba diye düşündü ve manasız bir gülümseme kondu yüzüne, Hoşçakal dünya ben gidiyorum artık dedi içinden, son kez derin bir nefes çekti içine aynı doğduğunda aldığı ilk nefes gibi yaktı ciğerlerini. E kolay değildi tabi yeni bir hayata başlamak, nasıl doğarken acıdıysa canı ölürken de öyle olacaktı. Odasına baktı son kez kitapları, masası, bilgisayarı, çiçekleri hepsi burada kalıyordu ama yalnız geldiği gibi yalnız gidecekti elbet. Nefesi çekildi geriye, vücudu kasıldı, gözlerini kapadı hiç açamayacağı bu dünyaya gitti, kimseye zarar vermeden, sessiz, sakin, nazlı bir edayla... Güle güle dünya...

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Kulüpten Notlar "Durum Değerlendirmesi"

O kadar boktan bir duruma doğru yavaş yavaş çekiliyoruz ki, hiç kimse bir şey yapamıyor/yapmıyor ve herkes öylece izliyor. Bombalar, patlamalar, suikastlar, operasyonlar, ölümler, darbeler ve gelmesini hiç istemesem de geleceği gün gibi ortada olan "Savaş" lanet savaş! Bir yanda canını kurtarmak için çabalayanlar bir yanda hayatındaki hiçbir keyfi bozmadan yaşayanlar... Sonrasında hep ahlar, hep vahlar ama hep yanan canlar! 

İyi şeyler olmasını ümit etmek için bile umudumun kalmadığını hisseder oldum artık. O kadar yılgın bir haldeyim ki korkularım her şeyi bastırır vaziyette. Evet korkuyorum, hem de çok korkuyorum! Siz korkmuyor musunuz? Sevdiklerinizin ölmesinden, yaralanmasından, kaybolmasından, bir gün varken diğer gün yok olmasından? Hem de saçma bir siyaset silsilesi yüzünden! Yani hiç ilgimizin olmadığı, sadece birilerinin saçma fikirleri ve keyifleri etrafında şekillenen bir ülkenin gidişatından, bu gidişatla beraber olan ve olmaya da devam edecek olan bir sürü kötü olaydan, korkmuyor musunuz? Ben çok korkuyorum, hayatında hiçbir şeyden korkmayan ben, son bir ayda yaşananları gördükçe çok korkuyorum! Ben bu ülkeyi çok seviyordum ulan harbiden çok seviyordum. Çocukluğumu hatırlıyorum da ne güzel zamanlar geçiriyordum, huzurlu, mutlu, korkusuz... Sadece yaşayan sadece ertesi gün olacak olan güzel şeyleri bekleyen biriyken şimdi ertesi gün nasıl daha kötü bir şey olacak diye bekler, düşünür hale geldim! Nasıl oldu bu? Kim bunun sorumlusu ya da suçlusu? Ben miyim diye düşünüyorum uzun zamandır. Acaba diyorum bu kadar fazla takılmamak mı lazım bazı şeylere? Baksana insanlar geziyor, eğleniyor, çalışıyor, yaşıyor. Bugünü yaşıyorlar, geleceği düşünmeden sadece bugünü. Etraflarında olan bitenlere aldırmadan güzel yemekler yiyip, güzel içkiler içerek, güzel müziklerle dans ediyorlar. Bu kadar rahat nasıl olabiliyorlar? Nasıl böyle umursamaz, korkusuz, ihtimalsiz yaşayabiliyorlar? Bunun sırrı ne? Ve neden ben böyle olamıyorum? Acaba hastalıklı mıyım, bir şekilde beynimin içine bulaşan bir mikrop mu bütün bu hayatın kötülüğünü bana gösteren? Yoksa diğerlerinde başka bir mikrop mu var hayatı toz pembe yaşatan? Karar veremiyorum, çabalıyorum ama olmuyor. Uzak durmak istedikçe kötü olayların yaşandığını görmezden gelemiyorum! Siz nasıl yapıyorsunuz baylar, bayanlar? 

Korkuyorum, 28 yıllık hayatımın hiçbir evresinde korkmadığım kadar çok korkuyorum!

8 Mart 2016 Salı

Yalnız Bir Savaşçı (Hikayenin Devamı Yollarda)

O gece. Hayatımın nasıl şekilleneceğini bilmediğim ve belki de hayattan alacağım ilk ders olacak olan o büyük anın yaşanacağı o gece. Ben babamın kolları arasında sessizce gecenin içine dalmışken bir yandan hiç anlamadığım seslerle bir şeyler anlatan televizyonu duyar bir yandan uykunun beni çağıran sıcak kollarına kendimi bırakırken bir telefon çaldı bütün bu durgunluğu yırtan bir sesle. Ben yerimden bile kalkmadım babam açtı sadece evet tamam geliyoruz dedi ve ben ne olduğunu anlamadığım bir serüvenin içine daldım habersizce. Babam bir çanta hazırladı beni de aldı hadi gidiyoruz dedi. Çıktık yola ben yolda yarım kalan uykuma devam ediyordum hiçbir şeyden habersizce. Biri daha var arabada yakından tanıdığım babam almış belli ki yanımıza ve o uzun yola çıktık beklemeden. 

Gece çok karanlık sessiz sadece motorun sesi arabanın içine dolan ve ben gözlerimi açıyorum camdan dışarı bakıyorum geçen yol çizgileri sessiz ağaçlar ve öylece bekleyen bir yol beni. Sonra adımı görüyorum bir binanın üzerinde ve yanımızdaki amca söylüyor bak senin için bina yapmışlar, seviniyorum hiçbir şeyden habersiz.

Sabaha karşı daha gün ağarmamış gece gündüz arası bir zamanda varıyoruz dolanbaçlı yollardan geçerek köye ve kimse uyanmamış daha uykuda bir ben ayaktayım bir babam bir de o amca yanımızda. Kocaman kapının ardından geçiyoruz. Babam soruyor annemi diyor oradakiler daha yeni uyudu uyusun birkaç saat. Ve biz çıkıyoruz merdivenlerden yukarıya. Bir odanın içindeyiz, çıkarken yukarıya gördüm onu üstünde beyaz bir örtü karnında bir bıçak, hep oturduğumuz odanın kapıları kapalı sonuna kadar sokmazlar kimseyi içeriye ve biz de giremiyoruz o gizemli odaya bekliyoruz sabah olsun gün ışısın diye.

O koca kapılar sonuna kadar açılmış duruyor ve ortada bir tabut herkes uzağında sanki yalnız bir yolcu gibi bekliyor orta yerde. Annem kenarda bir yerde durmuş ağlıyor belli ki çok ağlamış gözleri şişmiş kanlı beni bile görmüyor kimseyi görmüyor sadece gözlerinden akan yaşları siliyor sessizce ağlayarak. Ben orada tek başımayım kimse yok yanımda hani okuduğum kitaplardaki gibi yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot gibi tek başıma bir mücadele içindeyim. Karşımda o koca tabut ve ben yolun orta yerinde durmuş öylece ona bakıyorum. Kimse bakmıyor bana ve ben de görmüyorum kimseyi annemden başka. Çünkü ağlıyor annem ve annem ağlayınca benim için yanıyor. Ben bir anneme bir ortada duran tabuta bakıyorum bir anlam veremiyorum.


Meğer ne büyük dersmiş o an şimdi anlıyorum. Hayat dediğin şey bir yerde bitiyormuş da gidenlerin ardından kalanlar ağlıyormuş sanki hiçbir şey yokmuş gibi. Ölüm dedikleri şey buymuş demek ki ve daha on yaşında bir çocuk olan ben ölüm denilen bu sonu çok erken öğreniyorum. Hayat bundan sonra böyle mi olacak diye düşünüyorum böyle hüzünlü böyle acı böyle yalnız! Kim bilebilir ki ölümün olduğu bu dünyada daha ciddi ne olabilir ki diyor televizyonda bir ses yıllar sonra ve ben tekrar tekrar hatırlıyorum ölümün olduğu bu dünyada daha ciddi ne olabilir diye ve mutlu olmak varken mutsuz olmanın niye bu kadar revaçta olduğunu bir türlü çözemeden yaşayıp gidiyorum işte…

4 Mart 2016 Cuma

Hakkını Ver Hayatın




  Mutlulukla hüznün bir farkı yok aslında. İkisi de hoşuna gider insanın, farklı anlamlar yükleriz sadece. Çok gülerken gözyaşı döktüğün olmadı mı hiç. Ağlarken hüngür hüngür, çok feci ağlarken, artık ağlamanın uç noktasına uzanıp kahkahalara katılıp gitmedin mi. O ince çizgiyi hiç hissetmedin mi. 


  Ne kadar çok renk var değil mi ortalıkta. Bir sarı arıyorum etrafımda bulamıyorum, hep başka sarılar görüyorum. Otlara bakıyorum, aynı kökten iki ot ikisi de yeşil ama ikisi de o yeşil değil. Nasıl olur da bu kadar güzel olur her şey. Bir şey ile her şey arasındaki kalabalıklığı seyreltmek lazım.


  Sevdiğin bir insanın yüzüne kaç kere bakabilirsin, yüz aynı yüz, her seferinde her gözgöze gelişinde farklı bir yüz. Aynı ile farklının arasını nasıl ayırabilirsin.


  Hayat çok güzel görmeyi, yaşamayı, lezzetleri tatmayı bilene. Bir Nazım şiiri okunurken, kendini Nazım’ın yerine koyduğunda aldığın haz ile kaydıraktan hıphızlı kayarken içinin hop etmesindeki hazzı ayırt edemezsin. Peki ya taze sıcacık ekmeği kokladığında duyduğun o çocukluğunun, egosuzluğun, saflığın kokusu… Onsuz olabilecek misin.
Yaşamayı bil ki yaşam da sana gelsin.